MANNA İKSİRİ İLE YÜKSELİŞ

3.Seminerlerimden aktarımlar.

Burada bir gizem öğretisi yatıyor. Şimdi aktaracağım bilgiler veya konular yenidir. Her yeni gibi kabulü zordur, reddi kolaydır. İnsanlık tarihinde bir dönem sona eriyor, yeni bir dönem başlıyor ve bu dönemde açılmayacak örtülü ve bilinmeyecek gizli şey kalmayacak artık.

Paradigma değişimine tanıklık ediyoruz. Birçok bildiğimizin temelinden sarsıldığını göreceğiz. İnsanlık her 108 yılda bir yeni bir Enigmatik Çağı deneyimliyor. Ve yeni gelen, öncekini unutturacak dönüşümü hazırlıyor. Yeni bilgiye ve insan modeline yer açmak için yıkımlar ve tahribat yaratıyor. İnsanlık Karizmatik Çağdan çıkış koridorunda… Eski bilgi artık bize hizmet etmiyor. Büyük sıfırlamanın içindeyiz, bu sebeple büyük yıkımlara tanıklık ediyoruz. Yeni paradigmayı oluşturacağımız 36 yıllık yeni bir Enigmatik Çağ başlıyor. Bu dönem, yeni çağın üç kapısından ilkidir. Bu dönemde toplumda farkındalık bilinci daha da hızlı yükselecek. Meraklı, aydınlanmaya hevesli, gerçek bilgiden korkmayan cesur bir insan modeli yapılanacak.

Bu geçişi kolaylaştırmak ve insanlık bilincini yükseltmek amacıyla düzenlediğimiz 3. seminerimden önemli bilgiler içerir.

Önceki Enigmatik Çağ periyotlarında gerçekleşen bazı yeni keşifler olmuştur. Bunlar büyük simyasal keşiflerdi ve elbette ilk dönemde yaşanan muamma döneminden sonra 2. dönemde bu yeni bilginin aslında tam olarak ne işe yaradığı yeniden keşfedilmeye başlanmıştı. Tarih boyunca, insanlık adına çok önemli sırları korumakla mükellef olan Tapınakçıların yeniden keşfettiği ve uyguladığı ana teknolojilerden biri simya bilimiydi. Simya, kimyanın öncüsüdür. Dönüşüm bilimi ya da daha az değerli bir şeyi alıp daha büyük bir değere dönüştürmek… Bunun en bilinen ve en popüler örneklerinden biri eski Mısır’da kurşunu altına dönüştürmek bilimi olarak bilinir.

Ama aynı zamanda yeni ilaçlar yaratmak, yani bazı ilaç firmalarının sırf bağımlılık ve tüketim amaçlı piyasaya sürdüğü placebo etkili veya tam tersi yan etkilerinin gerçek faydasından ziyade müşterilerini yavaş yavaş zehirledikleri tarz ilaçlar değil, gerçek ilaçlar üretmekte kullanılabilecek olan eski ve gizli formülleri yeniden uygulamaya başladılar. Çeşitli hayvanlardan alınan zehirlerle çok güçlü ilaçlar yaratmaya da başladılar. Örneğin, şimdilerde daha çok bilinen homeopati gibi. Homeopati de antik öğretilerden geçiş döneminde ortaya çıkmış ve bilim çağının başlangıcı, çoğu bilim öncesi tıp teorisinden farklı olarak günümüze kadar gelmiştir. Kalıcılığının nedenlerinden biri, homeopatinin çok daha az müdahaleci ve sert olması ve diğer etkili tedavilerin yaptığı gibi hastalara zarar vermemesidir.

Aynı zamanda keşfettikleri çok olağanüstü bir olay daha vardı ki, o da bilincin dönüşümü için bir metafor keşfetmeleriydi. Bu demekti ki, bilinci temel bir durumdan daha aydınlanmış bir duruma dönüştürmek mümkündü. Yine Tapınakçıların yeniden keşfettiği şeylerden biri, manna olarak adlandırdıkları tek atomlu elementler üretme bilimiydi. Bunun İncil’de de adı geçen manna olduğunu biliyorlardı. Ama aynı zamanda, Musa’nın altın buzağıyı alıp göçebe İbranileri beslemek, onları daha dirençli ve kararlı hale getirmek için bir toz haline getirdiği metafor olduğunu ve Tevrat veya Eski Ahit’in her yerinde bunun kanıtları olduğuna inanılır.

Tapınakçılar için simya çok derin ve neredeyse kutsal bir sanat olarak kabul edilir. Demek istediğim şu ki, modern bir bilim adamı kimyayı simyadan daha üst bir bilim olarak görür. Yani bu anahtar bilim veya daha da ötesi olan ilim, aslında o zamana kadar bilinen ve uygulanan ve İncil’de yazan çoğu şeyin boş olduğu anlamına geliyordu onlar için. Ama simyacı o zamanlar şunu anlamıştır ki, evet, metalik altın ve diğer platin metallerini bu beyaz toza dönüştürmenin bir yolu vardır.

Dünya üzerinde birçok farklı kültür ve toplum, tek atomlu elementlerle çalışıyordu. Yani Manna, insanlık tarihini ve akışını temelinden değiştirebilecek büyük bir keşifti. İki yönlü bir süreci vardı. Bir yandan süper iletkendi. Eğer bir alıcıya veya kapasitöre aktarılırsa, muazzam miktarda elektrik üretmesine neden olur. Bu, süper iletkenin bir etkisiyken, diğer yandan vücuda alındığında onu daha iletken hale getiriyordu. Yani insanlar onu kullandığında, vücutlarını iyileştiriyor, hayat kalitesini ve ömrü uzatıyordu. Aslında bu, günümüz toplumlarının en çok peşinden koştuğu süper gençlik ve uzun yaşam formülünden başka bir şey değildi.

İncil’de bazı firavunlardan ve insanların 150, 200 ve daha uzun yaşlara kadar yaşadığından bahseden ifadeler bulunur. Bunun nedeni Manna mıdır veya tek sebebi o mudur, net veya kesin bir bilgiye zaman içinde ulaşacağımızı düşünüyorum. Antre parantez, ben güvendiğim bir kaynaktan Manna’ya ulaştım ve birkaç yıldır uyguluyorum. Ancak aşırı disiplinli bir kullanım şekli ve dozajı var. Maalesef kendi yaşam tarzımdan ve bazı disiplinsizliklerimden dolayı tam anlamıyla bunu uygulamakta çok zorlandım ve bana göre bu konuda yetersiz kaldım. Manna oldukça pahalı bir iksirdir. Şimdilerde sosyal medyada çok sık denk geliyorum ve sanki konuyla ilgili hiçbir fikrim yokmuş gibi üreticilerine sorular soruyorum.

Bu yüzden iki yerden engellendim bile, çünkü onlar kendi ürettikleri ürünleri kısıtlı ve derme çatma bilgilerle harmanlamış, gözünü para bürümüş şarlatanlardan başka bir şey değiller. Biz konumuza dönelim. 2025 itibariyle yeni Enigmatik döneme girmiş olacağız ve bu tür kadim bilgiler daha da çok akacak ve bunlara uyananlar tarafından erişilebilir hale gelecek. Sayılar, sözlerin gizliliğini içlerinde gizlerler. Azametli, ayrıntılı ve incelikli olan tüm havas ilmi, matematik, Arap dili ve yazısı, astronomi ve anatomiyi öğrenmeyi gerektirir. Büyüsel amaçlı işlemlerin yanı sıra, ilginç yol ve yordamlarla alternatif tedavi seçenekleri, hatta herhangi bir şikayet veya hastalık oluşmadan önce koruma, kimyasal yerine simyasal doğal ilaçlar üretme, şifa bulmanın ruhsal gerekleri, dualar ve belli formüllerin, belli materyallerin ve elementlerin bir araya getirilerek farklı hastalık çeşitlerinde kullanılmasını içeren bu ilmi Mısır firavunlarının uyguladığını ve özellikle saydığım tüm özellikleri kapsayan Manna maddesini ürettiğini biliyoruz.

Bu maddenin formülü Tapınakçılar tarafından hala korunmakta. Eski Mısır’da tapınak duvarlarında bu formülün tarif edildiğini görüyoruz. Tapınakçıların operasyon alanlarında ya da inşa ettikleri tapınaklarda, örneğin Philea, İsis ve Hathor tapınaklarında, Dendera’da, Edgu, Esna, Abydos gibi yerlerin sadece duvarlarında değil, aynı zamanda konik kesler olarak tasvir ettikleri Manna’nın hazırlanış sürecinin, Tevrat’ta tasvir edilen Ahit Sandığı ya da Levha Sandığı olarak da bilinen, On Emir Tabletlerinin saklanması için yapılmış sandıkların üzerine de işlendiği söylenir. Ek bilgi olarak, Tapınakçıların elinde bu sandıklardan sadece üçünün bulunduğu söylense de, dünya çapında gizlenmiş 100’den fazla sandık bulunduğu tahmin ediliyor. Mısırlıların “mfkzt” dedikleri Manna’ya, aynı zamanda ekmek, beyaz kek veya beyaz altın kek diye de hitap ettiklerini ve hiyerogliflerde bu şekillerde resmettiklerini görebiliriz.

Antik dünyadaki altını ve altın içeren hazineleri düşündüğümüzde, otomatik olarak maddi değerlerini düşünürüz.

Ama bunu farklı bir bakış açısıyla ele aldığımızda, bu muazzam enerji ve elektrik akımını üreten madde, ateşe vereceğiniz odun yığınına sahip olmak gibi bir şeydir. Yani bu odun yığınına enerji olarak bakarız. O, ısı ve hayat verdiği gibi aynı zamanda büyük araçları da harekete geçirmek veya çalıştırmak için gereklidir. Örneğin bir lokomotifi. Metalik altını, yani bu likit metal ve element karışımını, bir araca güç vermek veya bir insana zikr ederek iyileşmeyi ve yaşamı uzatmaya yardımcı olmak için uygulanacak bir enerji kaynağı olarak düşünebiliriz.

Sadece Mısır değil, aynı fikrin yani Manna’nın başka kültürler tarafından da uygulandığını ve aktarıldığını görüyoruz. Eski Sümer’de simya bilimi “Graal” olarak biliniyordu. Muhtemelen kutsal kase kelimesinin kökeni de budur. İngilizce “The Holy Grail”, yani Graal, bu kadim bilginin kökenine dokunmaktadır. Aslında, Wolfram von Eschenbach tarafından 1200’lerde yayınlanan Parzival destanında bile, özellikle tapınak şövalyelerinin kutsal kasenin koruyucuları olduğu söylenir. Kâse’yi, anka kuşunu yakıp kül eden, sonra yenilenmiş olarak geri dönen ve ondan faydalanan tapınakçılara sağlık, güç ve canlılık kazandıran bir taş olarak tanımlar. Yani bu yine simyasal bir metafordur.

İbranilerin mannasının, Sümerler arasında “shi mana” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Shi mana’nın aynı zamanda Anunnakilerin veya tanrıların etrafta uçtuğu araçlara güç sağlamaya yardımcı olduğu da söylenir. Unutmayalım ki, Anunnakilerin kullandığı eşit kollu haç, tapınakçılar tarafından da benimsenmişti ve bu, Atlantislilerin ulusal sembolü olmaya kadar geriye uzanır.

Manna’yı sadece Ortadoğu’nun bu bölgesinde değil, Hindistan kadar uzaklarda da buluyoruz. Hindistan’da buna “mani” denildiğini görüyoruz. Yani Manna yerine “Cintamani” de dendiği biliniyor. Bazı Vedik metinlerde, aynı zamanda Sümer’in shi manalarında bulduğumuz uçan gemilerin aynısı olan vimanalardan da söz edilir. Ama buradaki ortak nokta Manna kelimesidir. Hatta Tibet kadar uzak ve Tibet manastırları kadar içe dönük ve dış dünyaya kapalı bölgelerde bile o meşhur mantra yankılanır: “Om mani padme hum.” Om yaratılış dünyasını, Mani değerli mücevheri yani beyaz taşı, Padme taç çakrayı temsil eder ve Hum da bu bilginin tamamlayıcısıdır.

Bu, dünya çapında tapınakçıların diğer Manna kullanan gruplarla bedensel olmasa da boyutsal olarak bir nevi iletişimde oldukları anlamına geliyor. Tapınakçıların düzenli olarak uyguladıkları manisola törenleri vardı. Bu törenlerde büyük inisiyasyonlar gerçekleşirdi. Bildiğimiz kominyon törenlerine benzer bir şekilde geçerdi. Burada mertebe olarak yükselen tapınakçılara Manna verilirdi.

Benzer bir şekilde, Antik Polinezya kültürlerinde de aynı fikrin “menna” adıyla kullanıldığını görüyoruz. Yani bu eski kültürlerin hemen hepsinde aynı madde tanımlanıyor, bu da bu bilimin ortak bir kökeni olduğunu oldukça güçlü bir şekilde akla getiriyor ve bizi Atlantis fikrine geri götürüyor. Yayılan birçok bilginin yanı sıra, yeniden üzerinde odaklanılan başka bir konu ise antik zümrüt tablettir. Bu tablet, sahip olduğumuz diğer bazı belgelerde bulunan hazine listesinde bahsedilen bir şeydir ve Mısır’la bağlantısı olduğunu biliyoruz. Geleneğe göre bu tablet, Hermes’in zümrüt tableti olarak bilinmektedir. Felsefe taşı olarak bilinen şeyin nasıl üretileceğini gösteren bir talimat panelidir aslında.

Felsefe taşının, adi metalleri altına dönüştürebildiği, vücudu iyileştirebildiği ve bilinci daha çok uyandırdığı varsayılır. Eğer tüm bunları yapabilseydiniz, gerçekten bu dünyanın efendisi olurdunuz. Yani simyanın amaçlarından biri de buydu. Bu tabletin antik çağda Hermes ya da Hermes Trismegistus tarafından üretildiği söylenir. Hermes’in adı, bu arada, Parzival’de de geçmektedir. Parzival destanında, Parzival’e rehberlik eden keşiş, Trevezent olarak bilinen bir karakter vardır. Trevezent, “üç kat bilen” anlamına gelir. Tapınakçılar, orijinal zümrüt tabletin bir kopyasına sahiptirler ve bu tablet gerçek zümrütten yapılmış değildir. Hermes’in gerçek zümrüt tabletinin Mısır’daki Siwa’da keşfedildiği söylenir. Bazıları ise bunun, antik Mısır’da simya sürecinin uygulandığı bir yer olan Osirion’daki Abydos yakınlarında hala saklandığını iddia eder. Geleneğe göre tanrı Osiris’in de burada gömüldüğü tahmin edilir.

Aristoteles, bu tabletin tercüme edilmesine yardım etmiştir ve bu onun kendi hayat misyonu haline gelmiştir. Orijinal zümrüt tabletin aslında gerçek zümrütten yapılmış olup olmadığını bilmiyoruz. Aslında zümrüte benzeyen bakır asetattan yapılmış olması muhtemeldir. Bu, simyasal bir işlem kullanılarak yapıldı ve bu önemliydi çünkü bakırı alıp onu bakır asetata dönüştürebilirseniz, bakır asetatı ısıtarak bakır monoatomik atomlarını veya bakır mannasını çok kolay bir şekilde çıkarabilirdiniz. Buradaki simya prosedürü için tuzlu su veya alkol kullanılması gerekiyordu. Bunun gençlik ve gençlikle birlikte gelen niteliklere (örneğin, doğurganlık, kollajen salgılama, sağlıklı sperm üretimi gibi) yeniden sahip olacağınız anlamına gelirdi.

Parzival kitabına dönersek, Kutsal Kâse’yi cennette bir savaş olduğunda Lucifer’in tacından düşen bir zümrüt olarak tanımlar ve tarafsız melekler tarafından yeryüzüne getirildiği söylenir. Bu tarafsız melekler, burada sahip olduğumuzdan farklı bir kimyayı ortaya çıkaran ve bir ihtimal dünya dışı varlıklara işaret eden bir metafor veya alegori olabilir mi? Sanırım aynı zamanda bu zümrüt tablete de gönderme yapıyor. Bu zümrüt bakır asetat işlemi sürecine biraz değinelim. Simya işleminin çeşitli aşamaları ya da süreci vardır. Farklı simya metinleri, süreci farklı şekillerde anlatır. Ne kadar ayrıntıya girmek istediğinize bağlı olarak bazen yedi adım, bazen de 12 adım vardır.

İsa’nın doğuşuyla bile ilişkilendirilen sembolizmin çoğu, tapınakçıların ilişkilendirdiği simyasal imalara sahipti. Hikayede bir bakire doğumu söz konusudur; bakire Meryem vardır. Mary veya Maria, deniz veya tuzlu su anlamına gelir. Eğer deniz suyunu kaynatırsanız ne elde edersiniz? Su buharlaşır ve geriye küp şeklinde kristaller kalır. O küpü açarsanız bir haç elde edersiniz. İlginç değil mi? Ve o haçın içinde bu kudret helvası saklıdır, yani manna. İsa, Beytüllahim’de doğdu. Beytüllahim, kelimenin tam anlamıyla “ekmek evi” anlamına gelir. Yani tüm bu simya sürecine dair bir ima var ve hatta bunun da ötesine geçiyor.

Tapınakçılar, Mısırlıların Mısır’daki tapınak duvarlarını incelerken duvarlardaki simya süreçlerini hep kaydettiler. Bu duvar resimleri, kabartma ve oymalar binlerce yıldır hasar görmeden korunmuştu. Tapınakçılar, Avrupa çapında yeni tapınaklar veya katedraller inşa ederek bu gizli bilgi ve formülleri, kutsal geometri ve diğer bilgileri bu yapılar sayesinde koruyabildiler. Simyacı Fulcanelli’nin, bu konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatan “Katedrallerin Gizemi” adlı bir eseri vardır. O zamanlarda simya, Yunan ve Roma simya metinlerini çeviren kişiler yalnızca Ortadoğu’daki bazı mistik İslami gruplardı. Bu yüzden Ortadoğu’da tercüme edilen bu bilginin Fransa gibi yerlerdeki binalara nasıl ulaştığı sorusu akıllara gelebilir.

Cevap şu: Diğer gruplarla ilişki kuran (boyutsal ve ruhsal anlamda) ve bu katedralleri inşa eden tek kişiler tapınakçılardı. Sırrı bir tek onlar biliyordu. Zümrüt tablete geri dönersek, zümrüt tablet kelimenin tam anlamıyla “yukarıda nasılsa aşağıda da öyledir” ilkesini sembolize eder. Göklerle dünya arasında ilişkiyi ve harmoniyi yani. Bu, simyanın temelidir. Yıldızların incelenmesi de öyle.

Aslında “Templar” kelimesi, “Tempulum”dan gelir ve bu da “zaman” anlamına gelir. Tapınakçı kelimesinin kendisi de tapınaktan gelmektedir. Zamanla yıldızların ölçülmesi, yıldızların matematiği, astronomi ve astroloji çok önem kazandı. Bu nedenle tapınaklar aslında gökyüzü gözlem evidir. Tapınak tarikatı sadece kimyasal veya simyasal araştırmalar yapmıyor, yıldızları takip etmekle de çok ilgiliydi. Ancak aynı bilim daha sonra navigasyon yani yön bulma ve haritalama gibi araçlara dönüşmeye başladı.

Tapınakçılar, gittikçe geliştirdikleri ve uyguladıkça yeni bilgilere sahip oldukları simya sayesinde güçlendikçe güçlendi. Astronomi ve astrolojiyi öğrendikleri gruplardan biri de Sabianlardı. Bunlar aslen Türkiye’nin kuzeyinde, Göbeklitepe yakınlarındaki Harran bölgelerinde ikamet ediyorlardı. İsimleri “Sabian” olan ve Mısır dilinde “yıldız kapısı” anlamına gelen “saba” kelimesinden geliyor. Mısır’ın her yerinde ve bu simyasal süreçlerin tasvir edildiği tüm bu yerlerde, ilginç olan başka bir nokta da bu tapınakların duvarlarında veya gizli bölmelerde “saba” veya “yıldız kapısı” kelimesinin tasvir edilmesidir.

Sanatta da, simyanın antik dünyada bulunan diğer kullanımlarını hesaba kattığımızda, “shimana” ya da “vimanaları” yani bu uçan daireye benzer araçları görüyoruz. Şunu da unutmayalım ki Kral Süleyman’ın kendisi bile (Etiyopya metni olan Kebra Nagast metnine göre), Seba Kraliçesini düzenli olarak Kudüs’ten Etiyopya’ya kadar uçan aracı ile ziyaret ettiği kayıtlara geçmiş ve çok sıkça gördüğümüz kabartmalarda da ifade edilmiştir.

Ayrıca Tevrat’a göre, ekmek karşılığında yılda 666 talant (eski bir para ve tartı sistemidir ve 20-50 kg arasında değişiklik gösterebilir) altın alınacağını yazar. Bu, yaklaşık olarak 41.000$ değerinde bir kilo altın anlamına gelir. Yine söylüyorum, ekmek, Manna için bir metafordur. Antik dünyadaki bu 666 sayısı gerçekte dönüşümün sayısıdır. Yani burada altının Manna’ya dönüştürülmesinden bahsediyoruz. Bu Manna, elbette, tapınakta altın sandıklarda saklanıyordu. Tapınaklar, kutsal hazinenin barınağı veya güvende tutulduğu yerlerdi ve elbette Tapınakçılar tarafından büyük titizlikle korunuyordu.

Bu üretilen Manna, aynı zamanda Süleyman’ın uçan gemisi için de kullanılıyor olabilirdi. Bu, Manna’nın havaya yükselme özelliklerine işaret ediyor, yani levitasyon. Gelelim başka bir metafora. Kilisede şarabın İsa’nın kanını ve ekmeğin de onun bedenini temsil ettiğinden bahsettiklerinde, bu, kudret helvası ve dönüşümden oluşan tüm simya sürecine atıfta bulunur.

Evet, tapınak geleneğine göre, orijinal komünyon ayinleri, Hıristiyanlık içinde uygulanan ve antik Mısır dünyasında eski Mısırlılar, Babilliler ve diğer medeniyetler tarafından uygulanan komünyon ayinleri ve Mitra kültleri, hepsinde bu benzer komünyon ayinleri vardı. Ama başlangıçta tapınak duvarlarında gördüklerimize dayanarak ekmeğin aslında Manna olduğuna inanılır, yani bu tek atomlu elementler olduğuna. Eğer bu elementleri doğru şekilde ayarlarsanız, onları dönüştürebilir ve tapınakçıların “kırmızı aslan” ya da bazen “İsa’nın kanı” dedikleri bu kırmızı maddeye dönüştürebilirsiniz. Bu maddenin görünüşü ve tadı kana benzemektedir ve vücudu tamamen yenileyip iyileştirdiği söylenmektedir. Onu içmek, bedenin iyileşmesine ve bilincin daha büyük düzene uyanmasına yardımcı olurdu. Ve yine söylüyorum, bu antik dünyanın her yerinde bulunan bir şeydir. Bunun bir başka örneği de eski Hint geleneğinde bulunan Cintamanilerdir. Ayrıca Tibet’e kadar uzanan eski Çin ve Maniheist gelenekler de buna gönderme yapar. Ancak bu, yani Manna’nın içilmesi, vücudumuzun radyo alıcısı olan epifiz bezini uyarmaya yardımcı olduğunu düşündürmektedir. Epifiz bezi melatonin salgılar, melatonin ise çok güçlü bir antioksidandır ve aynı zamanda serotonin’in kimyasal habercisidir. Serotonin, bütün salgı bezlerinin dengeli bir şekilde çalışmasını sağlayan unsurdur. Yani bu üçüncü göz diye bilinen ve alnın ortasında bulunan noktayı, yani epifiz bezini uyarmak, daha yüksek bir farkındalığa veya bilinç mertebesine geçmenin bir yoludur. Yine ilginçtir ki, Aramicede buna “Nazar” denir ve bu da “Nazarene” kelimesinin kökenidir. Bu da “Nasıralı” demektir ve “Nasıralı İsa” demek, aslında “üçüncü gözü açık doğan İsa” anlamına gelmektedir.

Bunlar gelen tüm yeni bilgilerin arasındadır. Size küçük bir bilgi daha vermek istiyorum. Benim Manna’yı aldığım kaynakta, daha başka gizli, daha doğrusu henüz bilinmeyen formüllerle hazırlanmış başka iksirler de var. Kullandıkça beyaz saçları orijinal rengine dönüştüren, kelliğe çare olan çeşitli tentür ve sıvılar var. Bu ve bunun gibi bilgiler geldikçe inancınızın temellerinin sorgulandığını hissedebilirsiniz. Değişim gittikçe hızlanıyor, bilmem farkında mısınız?

Sadece saflığınıza güvenin. Unutmayın, siz sadece ‘cehalet’ olarak bilinen bu mağaranın tutsağısınız. İnsan olduğumuz sürece hayatımızı bu mağarada geçirecek ve yüksek gerçeğin tutsağı olarak kalacağımız öğretilmiştir bize. Ancak zamanın kendisi kıt değildir. Zaman görecelidir. Zaman eksikliği izlenimi, yalnızca deneyimin beklentilerinden kaynaklanan aşırı taleplerden dolayı hissedilir.

Önümüzdeki 36 yıl boyunca, bizlere daha önce bildiğimiz tüm gerçekler sorgulatılacak. Bildiğimiz her şeyin ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkacak. İşte buna Enigmatik Çağ denir ve şimdi yeni bir sıçramaya hazırlanıyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde sular yükselecek, bildiğimiz göller ve denizler kuruyacak ve o suların altında gizli kalmış yepyeni bir tarihin açığa çıktığını göreceğiz. Depremlerle, hastalıklarla ve büyük felaketlerle bilinen tarih silinecek ve yepyeni varoluş türleriyle tanışacağız. Bunların hepsi Enigmatik Çağ’ın doğasındandır.

Genel olarak, herhangi bir konuda mutlak gerçeği bilmek mümkün değildir. Gerçekliğe, olasılıklara ve bilimsel yöntemlere sıkı bir şekilde uyarak ulaşılabiliriz, ancak manevi sorular iman alemine aittir. Bir şeyin kesinlikle doğru olduğunu gerçekten bilmek yerine, onun doğru olduğuna dair inanç ve umuda sahip olmak çok önemlidir. Ancak gerçeğe yaklaşmanın tek gerçek yolu eleştirel düşünmektir. Her şeyi sorgulayın!

Herhangi bir kaynaktan, özellikle sizi bir şeylere baskıcı bir tavırla ikna etmeye çalışanları veya tehditle, bunları daha da fazla sorgulayın, çünkü mutlaka o baskıcı tarafın bir menfaati vardır bu işten. Yetkili kişi ve uzmanlardan aldığınız her bilgi size doğru ve güvenilir görünebilir, ancak aslında zehirli de olabilirler. Tuttuğunuz saflığı körü körüne savunmaktansa, karşı tarafı da dinlemeye çalışın. Çoğu insanın yapmayı tercih ettiği gibi, sadece bir bilgiyi havanız olsun diye paylaşmayın; o bilgiyi enine boyuna genişletin ve bütünün hayrına yarar sağlayacaksa kullanın. Benim burada anlattıklarımı da.

Özellikle kendi fikirlerinizi, güdülerinizi ve kendi haklılığınızı yönetmek için kesin olarak bildiklerinizi sorgulayın, böylece fikrinizin nihai gerçek olduğuna inanmaya başlamazsınız; çünkü bilirsiniz ki başka olasılıklar da vardır ve o ‘cehalet’ perdesini açmaya bir adım daha yaklaşmışsınızdır.

Her şey, görünmez bağlarla birbirine bağlıdır. Bütün ile yakın ilişki içinde olduğu için en küçük zerrenin bile göreceli bir önemi vardır. En küçük değişiklik en büyük mucizeleri yaratabilir ya da tam tersi büyük rahatsızlıklara sebep olabilir. Sözlerin ve düşüncenin etkinliği ve tehlikesi de işte burada yatar.

Görünür dünya, tüm yaratıklarıyla birlikte, görünmeyen dünyanın dış biçiminden başka bir şey değildir; dış, için imzasıdır. İç, sürekli kendini dışarıya doğru göstermeye çalışır. Makrokozmos ve mikrokozmos birleştiği için doğa ruhları sihirbazın (yani sizin) iradesine itaat eder. İçeride olan her şeyin çalışma şekli kendini dışarıda gösterir. Her form, bir alfabenin canlı bir harfidir; doğada Tanrı’nın sevgisini, hakikatini ve bilgeliğini açık bir kitapta olduğu gibi okuyabiliriz. Sembolleri okumak, arayıcıyı bu kitabın (hayatın) ilkesel biçimlerine yükseltecektir. Dediğim gibi, her yeni kabulü zordur, reddi kolaydır. İnsan, mümkün olan en yüksek mutluluk ve mükemmellik derecesini elde etmek için buradadır, yani bu hayat okulundadır. Ancak, yanıltıcı zamanda değil, ebedi gerçeklikte bu dünyada kendini feda ederek saptığı noktayı bulabilir.

Şimdiki dönemde bu büyük sıçrayış, uyanmaya hevesli ve sıçramaya istekli olan herkese büyük bir olanak sunuyor. Kolay olmayacak, çünkü bu sıçrama herkesin kendi dayanıklılığı ve kapasitesiyle alakalıdır. Dersler öğrenilene kadar tekrarlanır. Hiçbir olay sebepsiz veya gereksiz bir şekilde vuku bulmaz. Biz göremesek de, büyük resmi tamamlayan küçük bir puzzle parçası vardır ve o olmadan büyük resim bütünlenmez. O yüzdendir ki; yukarısı ne ise aşağısı da odur.

Unutmayalım ki, hepimiz birer Enigmayız. Önce kendi mistik ve gizemli varlığımızla tanışmadan, başka kimseden bizi anlamasını beklememeliyiz. Enigma, en kısa anlatımıyla muamma anlamına gelir. İçinden çıktığımız Karizmatik Çağ’ın bize öğrettiği her konuyu, içinde bulunduğumuz Enigmatik Çağ bizlere sorgulattı ve bizleri bir muamma sürecine soktu. Toplumsal bağları kuran din işlerinin de aynı şekilde sorgulanacağı ve yeni inanç kalıplarının ortaya çıkacağı bir dönem bizi bekliyor.

Örneğin, bugüne kadar bardak olarak bildiğimiz nesnenin aslında bardak olmadığını, ancak onu da yine tanımlayamadığımız bir nesne olarak algılamamıza yol açtı.

Bildiklerimizin aslında göründüğü gibi olmadığı bir Enigmatik (Muamma) Çağ içindeyiz. Bazen doğruyu bulsak da, yanlışın yakamızı bırakması zor olacaktır. Neyse, dönelim konumuza.

Bu tasarım çok eskilerden bu yana uygulanmış ve sürekli kendini geliştirerek bir üst model zihniyeti tasarlamaktadır. Paradigma nedir? Paradigma kavramının yaklaşık 20 farklı kullanım şekli ve manası bilinmekte olsa da, bizim konumuzla ilgili bahsi geçen paradigma, “izlenen ve kontrol edilen” anlamına gelen olacaktır. Paradigma değişirse, dünya değişir. Paradigma, kabul görmeye öncelikle hakim olan bir düşüncenin, sınırlı bir zaman dilimi içindeki ilk örneğidir. Bu zaman dilimi veya dönem, uzun deneyim ve kanıtlar içerir. Deneyimlenmiş ve kabul görmüş genel düşünce onayıdır.

Özellikle kriz dönemlerinde, şimdilerde olduğu gibi; yeni bir paradigma devreye girmek zorundadır. Şu anda yaşadığımız küresel paradigma değişikliği bu sebeptendir. Hepimiz bir şeylerin değiştiğinin farkındayız ve sanki fırtınadan önceki sessizlikte olduğu gibi, bu değişimin tam olarak ne taraftan geleceğini ve beraberinde neler getireceğini sorguluyoruz. Kimi Yeni Çağ’cılara göre bu temel değişim ruhsal anlamda olacak, kimi transhümanist ve yapay zeka tasarımcısına göre ise bu büyük sıçrama tamamen bilimsel ve teknolojik alanda olacak. Yoksa bu iki ana unsur ortak bir noktada buluşup dünyayı daha dengede ve nezih bir yaşam alanına çevirmek için birlikte mi çalışacaklar? Bu soruların cevabı aslında hepimizin kendi inisiyatifimizde.

İlk başta, bu süreç içerisinde güncellenen yeni bir tarih oluşur. İnsanların algı kapılarıyla oynandığında, ortak hafıza ve geçmişten bu yana yazılmış ve resmedilmiş tarihsel kanıtlar modern insan tarafından farklı bir biçimde yorumlanır ve kabul görmeye başlar. Bu kabul görme sonucunda, ders kitaplarında yeni görüşler ve yeni bilgiler yer almaya başlar. Dolayısıyla eğitim sisteminin sekteye uğratılıp, bir anlamda sıfırlanmasının da amacı ve sebebi budur.

Eğitim sisteminin çökmesi kimlerin işine gelir? Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor ki; insanlar yönetilmek için vardır. Bu konu çok kapsamlıdır ve kişinin hayata bakış açısıyla ilgilidir. Ben kendi düşüncemi paylaşıyorum. Kimler yönetici, kimler yönetilen olur? Bunun en basit yanıtı; bilenler ve bilmeyenler bir değildir. Bilenler, yani Ehli Havvas olanlar (Havvas kavramının bir anlamı da bilendir), bilmeyenleri yönetmekle yükümlüdür. İnsana verilen bu yetki, yeryüzündeki başka hiçbir canlıya bahşedilmemiştir. Zaten bütün kutsal kitaplarda da bu iş bu şekilde geçmektedir. Bu bir ilahi girişimdir.

Bu sebeptendir ki, içine adım attığımız yeni çağ, bize bugüne kadar öğretilen tarihin, uygulanan eğitim sisteminin, insan kavramının, toplum ve ekonomi yönetiminin ne kadar yanlış olduğunu gösterecek ve bunu 36 yıl boyunca kanıt ve deneyimlerle oluşturacak bir dönemi deneyimliyor olacağız.

Türkiye açısından işler zor gözüküyor. Çünkü özellikle eğitim sisteminin yozlaştırılıp sekteye uğramasıyla birlikte, zaten gündelik hayatındaki düşünce kelimesi sayısı 220 sözcüğü aşmayan bir şehirlinin, özellikle İngilizce dilinde faal kullanılan 1.000.000 kelimeyi anlaması, anlatılanı da üstelik doğru bir şekilde anlaması neredeyse imkansızken, kırsal kesimlerde yaşayan, özellikle kadınların gündelik düşünme kelime dağarcığı, siz tahmin edin, sadece 70 kelime civarındadır. Yani bildiği ve anladığı unsurlar kısıtlanmıştır. Dışarıda olan biteni anlamaz ve en iyi şekilde yönetilebilir. Cehalet hapsinde tutulan halk tehlikelidir, ancak hükümetler için gereklidir.

Takriben 2700 yıldan bu yana gelen gizli örgüt gelenekleri vardır. Gizli örgütlenmeler vardır. Bunlara “secret society” denir, onlar okült topluluklardır. Okült kavramı gizli veya gizlilik anlamına gelir ve basit halk tarafından anlaşılamaz ve yorumlanamaz.

Bu sebepten dolayı, herkese her şey anlatılmaz, anlatılmamalıdır. Merak insanın doğasında vardır ancak bazen bilmemek bilmekten iyidir. Bu kelime ve dolayısıyla da düşünce dağarcığı kıt insanlara bazı bilgiler verildiğinde, o kişinin, zaten anlaması imkansız olan bir konuyu, tamamen kendi inanç, örf ve adet sistemine göre yorumlayıp aklını da sağlığını da yitirebilir.

Sonuç olarak bilinmelidir ki, dünyayı yönetenlerin takvimi, bizim kullandığımız takvimden farklıdır. Onların bir yılı 360 güne tekabül ederken, bizim kullandığımız Gregoryen takvimi ise 365 gündür. Bunları daha ayrıntılı bir şekilde “Babamın Gül ve Haç Kardeşliği” ve “Hangi İsa” adlı eserlerinde okuyabilirsiniz. Biz bir olayı yeniymiş gibi algılarken, onlar için bu yenilikten ziyade, eski bir tasarımdır ve de yeni sürprizler zaten yoldadır.

İnsanlık, “ses” kullanarak yaratacağı frekans ve titreşimlerle her türlü hastalığı tedavi edebilecekken, bu bilgiler çok uzun yıllarca insanlıktan saklandı. Beslendiğiniz ses, hangi ruh halinde olacağınızı, kararlarınızı ve kısaca tüm hayatınızı etkiler. Neyi konuşursanız, o çoğalır. En çok hastalıktan bahsedenler, en çok hasta olanlardır. Şükredenlerin nimeti çoğalır; bu kadar basittir aslında.

Düşünce yapınızı ve bakış açınızı değiştirirseniz, hayatınızı değiştirmiş ve hayat kalitenizi artırmış olursunuz ki, şimdi şu an bu en doğru zamandır. Doğru ses frekansı sizi astral seyahate bile çıkarabilir. Bu frekanslarla Rockefeller grubu zamanında oynamış ve tüm ses frekansına yeni bir kanun getirip, evrensel müzik sektörünü etkileyen 440Hz’e göre ayarlamıştır. Neden mi? Bir düşünün, insanlar… halk, yani potansiyel müşteriler hastalanmıyorlar, beyinleri parıl parıl, belki alkol veya uyuşturucuya ihtiyaç duymuyorlar, çocuklar sağlıklı doğuyor ve en önemlisi kavga, dövüş, savaş ve benzeri negatif olaylar çıkmıyor.

Sevgi frekansı dediğimiz 528 Hz, bizleri iyileştirme gücüne sahip bir titreşimdir. Yasaklandılar çünkü o zaman “müşteriler” müşteri olmaktan çıkacak ve kendilerini sistemin köleliğinden sıyırmış bireyler haline geleceklerdi. Bu da sistemin en istemediği unsurdur. Endüstrinin bu standart frekans (440Hz) ile tekelleşmesi, kitleleri sürü psikolojisi altında tutmanın, insanları asabiyete, kedere sürüklemenin, psikososyal kışkırtmalara açık hale getirmenin zeminini hazırlamış ve bunlar sonucunda artan hastalık oranları ve mali krizler sayesinde de gruba üye ticari şirketlerin kâr elde etmesinin etkili yollarından biri olmuştur.

Ses ışıktır, ışık ses. Eskiden bu tarz bilgileri paylaştığımda bayağı bir tepki alırdım. Şükürler olsun ki, benzer benzeri bulur ve kendine çeker. Karşılaştığım ve birlikte çalışmalar yaptığım işinin ehli üstadlardan bu konularla ilgili çok bilgi sahibi oldum. Bu konu tek başına bir kitap konusu zaten ve buralara sığmaz. Babamın bir tabiri vardı, derdi ki “SOUND IS EVERYTHING” – yani SES her şeydir. Burada bahsettiği frekans. Aynı şekilde bizlerden gizlenen ve yavaş yavaş sızdırılan bir başka bilgi ise lafı geçmişken astral seyahat. CIA’in 1973 yılından beri astral projeksiyon (seyahat) uyguluyor ve bunu Stargate, yani Yıldız Kapısı projesi altında yürüttüğünü biliyor muydunuz?

Bununla ilgili sadece 8 sayfalık bir rapor 2013’te sızdırıldı. Demek ki onlar için bu bilgi veya bu araç artık eskidi. Yeni teknikler keşfettiler. İnsan merak etmeden duramıyor, bu kısmen bizlere sızdırılan bilginin geri kalan ve şimdilik bizden gizlenen bölümünde neler olmuş veya oluyor.

Astral Projeksiyon ne demek, kısaca tarihçesinden bahsedeyim: Astral seyahat, bilincin fiziksel bedenden ayrıldığı ve ruhsal boyutları keşfetmeye izin veren mistik bir deneyimdir. Bu deneyim, tarihin farklı dönemlerinde keşfedilmiş ve farklı kültürlerde önemli bir rol oynamıştır.

Antik Mısır Uygarlığı: 3000-5000 yıl evvel Antik Mısır’da astral seyahat uygulanıyor ve “Ka” olarak adlandırılmış ve ölümden sonraki yaşama geçişin bir parçası olarak kabul ediliyordu. Firavunlar ve rahipler, ölüm sonrası yolculuklarında astral seyahati kullanmış ve bu deneyimi ruhlarının gelişimi için bir araç olarak görmüşlerdir.

Bugüne kadar dünyaya hakim olmuş birçok devlet vardır. Hatta Kapitalizm ideolojisi de bir süreliğine egemenliğini sürdürmüştür. Ancak Atlantis’lilerde olduğu gibi, diğer dünya hakimi sistemlerde zamanla kendi kendilerine rakip olduklarından yine içten içe kendilerini yok etmişlerdir. Buna Samander etkisi veya sendromu denir. Samander, fiktif bir kertenkeledir ve kendi kendini yiyerek yok eder. Şu anda dünyaya hakim örgütlerin hepsi Gül ve Haç Kardeşliği’nin bir tasarımıdır ve bu 108 yıllık periyotları da onlar tasarlamıştır.

Onlar der ki; 108 yılda bir tüm devletler ve insanlar büyük ve köklü bir değişime uğrayacaktır. Bu değişimin ilk 36 senesi 1989’da başlamıştır ve 2025 yılından itibaren 2. 36’lık zaman dilimine geçmiş olacağız. İlk 36’lık Enigmatik dönemde anlayamadığımız birçok karmaşa, 2. dönem zarfında daha anlaşılır hale gelecektir. Yeni sunulan doğrular 2. dönemde idrak edilecektir. İlk Enigmatik Çağ, sizi koca bir palavraya inandırdıklarını öğrendiğiniz çağdır.

Yaşadığımız siyasi çalkantılar kafa karıştırıyor ve kavramların içlerinin boşaltılıp bildiğimiz kavramlara yeni manalar yükleniyor. Örneğin Ateist kavramı sizce nedir? Tanrı tanımaz veya Tanrı karşıtı deriz değil mi? Aslında ilk Ateistler Hristiyanlık doğduğunda ortaya çıkmıştır. Çünkü çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçenlere verilen addır. Roma döneminin arenalarda hunharca katledilenler aslında ateist değil, ilk Hristiyanlardı. Onlar o sıralarda inanılan 20-30 tane farklı tanrıyı reddedenlerdi.

Şimdilerde Ateist olmak, tanrı tanımazlık anlamında kullanılmaktadır veya bir toplumun inanç sisteminin dışında veya farklı bir inanç sistemini benimseyenlere verilen ad haline gelmiştir. Burada aynen bahsettiğim güncelleme olmuştur. Kavram içi boşaltılmış ve tam zıt anlamıyla yeniden doldurulmuştur.

Ülkemizde demokrasi arayışının karşısındaki zihniyet TEKLİK veya TEVHİD anlayışıdır. Bu topraklarda yaşamış olan insanlar genetik olarak teklik ararlar. Hristiyanlıktaki gibi bir Trinitarian sistemi onlara uymaz. Bu yüzdendir ki, tek adam yönetimi, tek lider kavramına çok rağbet edilmiştir.

İzimler 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve 20. yüzyıl bu izimlerle yönetilmiştir. Ancak 21. yüzyıl aynı anlayış ve kavramlarla yönetilemez olduğundan yine bir kaos ve kavram karmaşası yaşanmaktadır.

Yine bir örnek vereyim; kuantum fiziği ile ilahiyatı birleştirdiler ve ortaya kuantum teolojisi çıkmış oldu. Artık Isaac Newton gibi üstatların fiziği geçersiz bırakılmış ve yerini kuantum fiziği almıştır. Şimdilerde bazı kişiler yer çekimi yoktur, kozmik enerji basıncı vardır gibi iddialarda bulunmaktadır. Einstein ise kütlelerin çekim kuvveti yoktur, uzay-zamanda akıntı yapma özellikleri vardır. O yüzden yerçekimi kuvveti diye bir şey yoktur demiştir.

Bilmiyorum siz hangisini deneyimliyor veya bu iddiaların hangisini destekliyorsunuz ama kafalar itinayla karıştırılıyor. 🙂 Bunlar önceden düşünülemez kavramlardı. Yerçekimli kavramlardan, yerçekimsiz kavramlara geçme zamanıdır.

Bu konuyla ilgili üçüncü seminerim ve bana gelen sık sorulardan biri, içine gireceğimiz yeni Enigmatik Çağ’a sağlıklı ve hayatımız için verimli bir geçiş yapmak için ne yapmalıyız. Bu yaşantımızda, maalesef ülkemizde yaşanan onca umutsuzluğa ve sınırlı olanaklara karşın ne yapmalıyız?

Öncelikle kendinize şunları sorun ve o soruların cevapları geldiğinde kendinizi nasıl hissedeceğinizi kalbinizden hissedin ki, onları tezahür ettirebilin. İnanın ki bu sistem çok net bir şekilde akıyor ve doğru oranda, doğru dozda, burası çok önemli, kullanıldığı zaman mükemmel bir şekilde çalışıyor.

Benim çok sevdiğim büyük simyacı Paracelsus’un dediği gibi; her şey zehirdir, önemli olan dozdur. Hiçbir fanatizme girmeden, vur deyince öldürmeden istediklerinize, hayallerinize ve niyetlerinize ulaşmak için önce kendi karakterinizle yüzleşin. Sizi rahatsız eden her şeyi kesin olarak bırakıp yola devam edin.

Eskiler, yırtıklar, sökükler, anısı da olsa işinize yaramayan her objeyi ve her duyguyu ister atın ister satın ama hayatınızdan ona bir zamanlar size hizmet ettiği için teşekkür edip gönderin. Şükür çok önemli, arkadaşlar. Şimdi şu anda sahip olduğunuz her şeye şükredin. Gelecek yeni dönemden ne istiyorsanız, ona net karar verin.

Yeni olan şey çoktan yola çıktı. Sizin o yolu seçmeniz, o yeni bölüme geçmeniz lazım. Konuşma tarzınızı ve devamlı kullandığınız negatif yüklü kelimeleri çöpe atın. Devamlı pahalılıktan veya parasızlıktan veya sevgisizlikten veya işsizlikten hayıflananlar fakir ve sevgisiz kalmaya mahkum olacak. Yeni sistem bu tarz ifadeleri artık desteklemiyor. Yeni olan başladı ve tüm gezegenler de yeni enerjiye yöneliyor.

Eski alışkanlık ve takıntıları bırakın, bu çok çok önemli. Yeniye gelene yer açın. Kendinizi kaybolmuş veya yalnız hissedebilirsiniz. Bu çok normal, çünkü bu dönem yeniden doğacaksınız ve hepimiz yalnız doğar ve yalnız ölürüz. Kafa karışıklığı da normal, çünkü şu anda iki boyut birbiriyle çakışıyor ve birbirine uyumlanma sürecinde. Kalp ve zihin sanki üst üste binmiş, kafa sesleri ve zihin karmaşası yaratıyor.

Farkında olarak veya olmayarak, aylar öncesinden attığınız niyet tohumları şimdi filiz vermeye başladı ve bu sizleri şaşkına çevirecek. Niyetinizi sulamaya devam edin ki çiçek açsın, ağaç olsun.

Demem o ki, eski varoluş biçimleri yeni varoluş ve enerjisinde yok. Bunu kullanın! Şu andaki manifesto enerjisinde evren hepimizi çok net duyuyor, dönüşüm çok hızlı gerçekleşiyor. Daha önce ulaşmak isteyip de ulaşamadığınız hedeflerinize ulaştıracak yolları size gösterip yeni fırsatlar çıkaracak bu dönem karşınıza. Başladığınız ve yarım kalmış işleri bitirme fırsatı sunulacak hepimize.

Katı dogmalarımızı ve perçinlenmiş kimliklerimizi sarmalayan kabuklar yok oluyor. Tüm ilişki versiyonları değişiyor. İnançlar, ilişkiler, tavırlar, davranışlar ve işler. Uzayda şu an oluşmuş olan elektrik akımı, daha yüksek ve hayırlı bir plana geçmemizi sağlayacak. Hayat menüsünden sipariş ettiklerimizi toplama zamanı şimdi. Ne ekersen onu biçersin denir ya, işte şimdi tam zamanı. Rutin olan değişecek. Yeme, içme, duygular… Hayatının talep menüsü değişiyor.

Kafanıza koyduğunuz niyet ve hedeflerden sakın vazgeçmeyin. Dilediklerinizi dağıtmayın, net olun. İçinizde tuttuğunuz öfke, endişe, kin vs. bütün bunların hepsi aslında zamanında kompanse edilememiş üzüntüden kaynaklanır. Kendinizin ve bütünün hayrına bu üzüntü ve kalp kırıklıklarını dönüştürme zamanı. Şimdi bir düşünün, şu anda ulaşmak istediğiniz hedefler nelerdir? İşte onları şimdi bir bir mıknatıs gibi çekiyorsunuz. Neyi dilediğinize ve hayatınıza neyi davet ettiğinize çok ama çok dikkat edin. Bunun defalarca altını çizdim ve inanın ki ne kadar daha altını çizsem azdır.

Eski varoluş şeklini kapatıp, tamamen yeni varoluşumuza kendimizi açmamız gerek. Yoksa bu güçlü yeni frekans girdabı içinde savrulur dururuz ve acı çekeriz. Kendinizi bir sinema salonunda hayal edin, film sizin hayatınız hakkında ve oyuncu da sizsiniz. O izlediğiniz hayat filminde arzu ettiğiniz aşkı yakalamış, muazzam bir zenginlik içerisindesiniz. Başarılı, alkışlarla dolu, takdir gören bir hayat yaşayan bir versiyonunuzu izlemektesiniz. O andaki heyecanı, mutluluğu, gururu kalbinizde hissedin ve şükredin. İçinizdeki şu anda memnun olmadığınız duyguyu serbest bırakın, mış gibi takındığınız maskeyi çıkarın ve gerçek potansiyelinize yer açın.

Kendinizi her yükselttiğinizde daha fazla bilgi ve manifestasyon gelecek, yeter ki özünüze dönün. Şimdiye kadar toplum baskısının size zorla giydirmiş olduğu o salaş, belki gülünç, belki vasıfsız, fakir veya sevgisiz kıyafeti çıkarıp atın çöpe. Gerçek benliğinizi görün. Neyi neden bırakamıyorum diye kendinize sorun. Bunun farkına varmazsanız, bunlar size geri yansıyacaktır ve aynı sarmalın içinde kalacaksınız. Gerçek dürüstlüğe davet ediliyorsunuz.

Suçluluk duygularınızla yüzleşin. Kendinizi affedin ve sevin. Kendini affedemeyen ve sevemeyen insan, başkalarını da sevemez veya affedemez ve acı çekmeye mahkum olur. Değişime ve yeniye geçme, eskiyi terk etme zamanı (gerekiyorsa eski sizi).

Bütün bitişler bir güncellemedir, yani yeni bir başlangıçtır. Şu ana kadar harcadığınız her eforun iki katını karşılık olarak alacaksınız. Bu enerjiyi benimsemeyen ve farkında olmayan insanlar sizi aşağıya çekmeye ve engellemeye çalışacak. Bu insanlardan uzak durun veya sosyal mesafenizi koruyun. Değişime karar verip eski benlikten yeni benliğe giderken, o değişim nehrini geçerken devam eden bir biyolojik ölüm var, bu nörolojik olarak oluyor. Çünkü devreleri buduyorsunuz. Belirli düşüncelerin ateşlenmesini engelliyoruz. Bağlantıları zayıflatıyoruz. Artık aynı seçimleri yapmıyor, aynı nörokimyayı üretmiyoruz, aynı hormonları üretmiyor, bedende aynı duyguları ve kimyayı salgılamıyorsunuz.

Eski benlikten yeni benliğe giden bu değişim süreci, eski benliğin nörolojik, biyolojik, kimyasal ve hormonal genetik ölümüdür. Bahsettiğimiz biyolojik değişim modelini unutup, yeniden öğrenme, eski benliğin alışkanlığını kırıp, yeni benliği yeniden icat etme, sinaptik bağlantıların budanması, yeni bağlantıların filiz vermesi, artık uyumsuz ve geçersiz olan eski programları silme ve yeniden programlama, bağlantıları yeniden kurma, zihnimizi sıfırlama ve vücudumuzda depolanmış zehirli duyguların nasıl hafızadan çıkacağını öğrenmek ve yeniden bir zihin yaratmak için koşullandırma sürecine başlamak, bedeni yeni bir zihne ve yeni bir duyguya koşullandırmak bu değişim sürecinin temel dersidir.

Yani burada sadece ruhsal bir sıçrama veya toplumsal bir değişim sürecinden bahsedilmiyor aslında. Burada ezoterizm ve yeni bilgi aynı potada buluşuyor. Bu yeni döneme uyumlanmak adına, bedensel yani biyolojik ve nörolojik bir sıçrama yapmamızı öngörüyor sistem. Görünen gerçekliği var eden atomların hareketleri, atom altı düzeyde incelendiğinde, sayısız gerçeklerin, sayısız olasılıklarla aynı anda ve her yöne doğru eşzamanlı bir şekilde oluşmakta olduğunu hepimiz öğrendik.

İçinde devindiğimiz evren, ilahi düşüncenin esiridir. Biz bu esareti hoş bir ziyarete çeviriyoruz işte tam şimdi. Düşünme ve düşündüğünü imgeleme doğru bir şekilde yapıldığı zaman büyük frekanslar yaratır.

Sinema örneğini kullanın. Her kelimenin kozmosta oluşturduğu ayrı bir frekans vardır. Konuşma tarzınızı değiştirin. Sanskritçe, İbranice, Latince veya Arapça bilmeyen birinin bu dillerde dua edebilmesi veya “büyü” yapabilmesi mümkün değildir. En azından bu kişinin anahtar kelimeleri doğru telaffuz etmesi gerekecektir. Aynı şekilde İslami görüşün Ebced dediği veya Kabala ilminde uygulanan harflerin numaralandırılması sistemi temel alınarak icra edildiğinden bu tarz uygulamalarda fonetik bilgi yeterli olmayacaktır, bu yüzden tını çok önemlidir. Gerçekte kim olduğumuzu ve geçmiş hatalarımızı kabullenmek ve kabul edilmeyi istemek, biz insanlar için yapması en zor şeylerdendir.

Yeni Enigmatik Çağın içinde kaybolmak istemiyorsanız, bahsettiğim değişimlere hemen başlayın derim. Çoğumuz, dış dünyanın sunduğu uyarıcı israfı ve karmaşasıyla karşı karşıya kaldığımızda, hayatta kalma moduna çekilir ve stres kimyasalları üretiriz. Vazgeçemediğimiz en büyük alışkanlık kendimiz olma alışkanlığıdır. Ve tam da bunda vazgeçmeliyiz bu dönemde.

Size öğretilmiş çaresizlik damgalanmıştı bunca zaman. Şimdi bu zincirleri kırma zamanı. Hatta göreceksiniz ki, o zincirler o kadar eski, o kadar paslı ve zayıflamıştırlar ki, kendiniz için atacağınız bir adımda bile üzerinizden döküleceklerdir. Şu anda hissettiğiniz engeller, sadece onlara alışmış olup hala orada olduklarını sanmanızdır. Dünya, yaptığınız şeyleri sonsuza dek kendi içinde yansıtan bir aynadır. Uyuruz, rüya görürüz. Veya kabus.

Gördüğümüz rüyalar gibi, uyanıkken de hayal gücümüzü harekete geçirip düş kurmamız ve anlık gerçeklik yerine hoş düşünceleri veya gelecekte gerçekleşmesini istediğimiz şeyleri düşünme eylemini gerçekleştirmeliyiz. Rüya veya hayaller doğru imgelendiği takdirde, cennetin anahtarıdır.

Rüyalarımız, gerçekliğimizde yaşadıklarımız ve dünyada hep yaptığımız olayları sonsuza dek kendi içine yansıtan bir reflektördür. Düşüncemiz ne ise, biz oyuzdur. Bu da tezahür ettirdiğiniz her olumlu veya olumsuz deneyimden sadece ve sadece siz sorumlusunuz demektir. Yaşamın ilk yıllarında, beyin haritalama sistemini hızla geliştirir. Bu bir nevi hipnozdur. 7 yaşına kadar bir sünger gibi her duygu ve titreşimi çeken çocuk, ilerideki hayatını bu titreşimleri yaratarak sürdürür. Aristoteles der ki; “Bir çocuğu 7 yaşına kadar bana verin ve size bir adam vereyim.” O yüzdendir ki, birçok insan ‘kurban psikolojisine’ veya ‘narsizme’ meyillidir.

Beden, zihnin bastırdığı şeyi dışa vurur. Acı çektiğimiz en büyük dengesizlik duygusal ağırlıklarımızdır. Herhangi bir fiziksel dengesizliğin temelinde her zaman enerjisel bir yanlış hizalama vardır. Ve enerjisel yanlış hizalamanın en önemli nedenlerinden biri, kapana kısılmış duygulardır.

Duygular, vücuttaki her hücrenin kimyasını ve elektriğini etkileyen elektrokimyasal sinyallerdir. Her duygu benzersiz bir enerji frekansında yankılanır. Bu duygusal enerjiler vücuda yerleştiğinde, frekansları organları ve dokuları etkileyerek veya genel enerji alanını bozarak düşüncelerde ve ruh hallerinde değişikliklere yol açan dengesizlikler yaratabilir. Zihinsel-duygusal durumdaki her değişiklik vücutta bir blokaja neden olur.

Duygular işlenmediğinde, kabul edilmediğinde ve ağırlık serbest bırakılmadığında, vücudun enerji akışını bozarak dengesizliklere ve hastalığa yol açan enerji alanımızda taşınırlar.

Aşk blokajları, ilişkilerinizde sorunlara neden olabilir. Bu tür blokajları kaldırmak için özgürlüğü ve kabulü öğrenmek önemlidir. Bu yeni Enigma bize bu fırsatı kullanmaya davet ediyor. Kullanın.

Bilinçaltı blokajları, negatif inançlar veya travmatik deneyimler nedeniyle oluşabilir. Bilinçaltını temizlemek, içsel huzura ulaşmanıza yardımcı olur. Bu içsel huzura ulaşmanın yollarını keşfedin. Bu dönemde karşınıza aklınızdan bile geçmeyen yöntemler veya yol göstericiler çıkacak. Uyanık olun.

Kök çakra blokajı, temel güven ve güvensizlikle ilgilidir. Blokajları kaldırmak, yaşamınıza daha fazla istikrar getirecektir. Geçmişte takılıp kalmayın, size geçmişte yaşadığınız travmaları hatırlatan objeleri veya kişileri hayatınızdan çıkarın.

Para blokajları, maddi bolluğunuzu sınırlayabilir. Blokajları temizleyerek, düşünce tarzınızı, konuşmanızı ve kendinizi değiştirdiğinizde, bu özel zamanda maddi açıdan daha fazla bolluk ve refah çekeceksiniz.

Çakra blokaj çalışmalarını öneriyorum. Bu, tüm enerji merkezlerinizi temizlemeye yardımcı olur ve yaşam enerjinizin serbestçe akmasına izin verir.

Beden, zihnin bastırdığı her şeyi dışa vurur. Acı çektiğimiz en büyük dengesizlik nedir? Duygusal ağırlıklarımızdır. Öyle değil mi? Yapmak isteyip de yapmadığımız, yapmamamız gereken ama yaptığımız. Suçluluk duygularımız, kin, nefret, intikam duygusu, fesat, açgözlülük ve hırs gibi dışa dönük duygular bedenimizde tahribat yaratır. Kötü hastalıklar ve ani rahatsızlıklar baş gösterir.

Unutmayın, yeni Enigmatik Çağ’da “iste olsun” dönemi başlıyor. Ancak kendiniz ve bütünün hayrı için seçtiğiniz dileklerinizin gerçekleşme potansiyeli gibi, sonradan kendi bedensel ve ruhsal sağlığınızı zorlayacak temenniler de gerçekleşecektir.

Aşk, bilinçaltı, para blokajı gibi durumlar yaşıyorsanız mutlaka bunları ciddiye alıp üzerine gidin. Bu blokajlar, bilinçaltına yerleşmiş negatif inançlar veya travmatik deneyimlerden kaynaklanır. Bilinçaltını temizlemek, içsel huzura ulaşmanıza yardımcı olur. Bunlardan kurtulmanın yolları herkes için farklı olabilir. Ancak her ne yola başvurursanız vurun, bunu büyük bir inançla yapın.

Çünkü “Mutluluğa giden yol yoktur, yol mutluluktur. Huzura giden yol yoktur, yol huzurdur. Aydınlanmaya giden yol yoktur, yol aydınlıktır.”

“Yaşamımız boyunca bazı durumlar bizi hasta ettiğinde ilaca, fizyoterapiye, basit tavsiyelere veya durum değişikliğine ihtiyaç duyabiliriz. Ama geçmiş bizi hasta ettiğinde regresyon terapisi veya aile dizimi yardımımıza koşar.

Regresyon terapisinde travmatik olabilecek olayları yeniden ziyaret eder ve gözden geçiririz. Bu travma durumunda hala derinliklerimizde takılmış kalan ve mevcut yaşamlarımızda sorun yaşamamıza neden olan olumsuz kararlar vermiş veya yanlış inançlara sahip olabiliriz.

Bazı olaylar içimizde canlı kalır; zaman zaman tetiklenir ve mantıksız ve kontrol edilemeyen tepkilere veya davranışlara neden olur. Bunların terapiyle çözülmesi gerekiyor.”

Bu travmalardan kaynaklanan blokajları kaldırmak ve kendinizi daha iyi anlayabilmek için, Regresyon terapisi uygulamamızla ilgili bilgi ve randevularınızı eminealtindal@gmail.com veya A.Emine Altındal instagram hesabım üzerinden DM atarak alabilirsiniz.

Yazı ve araştırma bana aittir.

A.Emine Altındal

KA

Bir yanıt yazın