BEBEK ÇETELERİ Mİ? YOKSA…

İnsan Avcılığı mı?
Bir Kraliyet Sporu…

Hızlıca:

Bir şekilde hayatta kalmayı başarmış veya kurtarılmış kurbanlar, Fransa, Belçika ve Hollanda Kraliyet Ormanlarındaki İnsan Avı Partileriyle ilgili aynı kan dondurucu hikayeleri anlatmış veya basına sızdırmaya çalışmıştır.

Bu barbarca uygulama “THE HUNT” yani “AV” olarak bilinmektedir.

“Açlık Oyunları” bunun en taze örneklerinden biridir. Bu filmde de bu konu açık bir şekilde işlenmiştir.

Hayatta kalmayı başarmış veya bir şekilde kurtarılmış gençlerden biri şunları aktarmıştır:

“Belçika’da Brüksel yakınlarındaki bir av partisine götürüldüm ve burada 14-16 yaşlarında iki erkek ve bir kızın küresel elitler tarafından avlanıp öldürüldüğünü gördüm. İnsan avı partisi Hollanda Kraliyet Muhafızları tarafından sıkı bir şekilde korunuyordu. Bana Belçika Kralı Albert’in de orada olduğu söylendi.”

Dört görgü tanığı da bu olayı doğruladı.

“Zorla insan avı partilerine götürülen çocuklar ve gençler, tecavüze uğrayıp, avlanıp öldürüldüler, hatta bazı kimseler ödül veya anı olarak avladıkları erkek çocukların cinsel uzuvlarını kesip yanlarında götürdüler.”

Ben bu organizasyonun “derin” Vatikan’la bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı bizde şu anda büyük patlak veren “Yeni doğan çetesi” gibi, bu sınır tanımaz vahşetin sırf para için gelişi güzel bir heves olmadığına inandığım gibi.

Bu ritüeller gördüğünüz gibi çok eskilere dayanan bazı benzerlikler içermektedir.

Çocuk esirgeme kurumlarının ve kimsesiz çocukların ve artı bazı üst düzey düşman tarafların birbirlerinin çocuklarını da kaçırıp avladığı, kayıt dışı olsa da tahminlerden ziyade bilinmektedir.

Şu anda bizdeki dava çok önemli bir konunun görünen buz dağının küçük bir kısmıdır. 

Şimdiye kadar bu konuda fikir beyan eden medya mensuplarının, TV’lerde sürekli konuşan hukukçuların, sağlık profesyonellerinin ve doğal olarak da bu verileri esas kabul eden halkımızın hakim olan söylemi şöyle:

“Bu caniler, günde bebek başına SGK’dan aldıkları 8 bin TL için yenidoğan bebekleri öldürdüler.”

Bu, kendi içinde bile sorunlu ve mantıksız bir söylem. Neden mi?

Çünkü bebeklerin yaşadığı gün başına para alıyorlar diye suçlanan çete, bebeklerin ölümüne neden olan bazı eylemler nedeniyle de suçlanıyor.

Ama neden?

Bebekler yaşadıkça devletten ödeme alan bir çete var, bir yandan da ölmeye yakın bebek isteyen çete yöneticisi var. Ölüp yenisi gelince yine 8 bin TL alacaklar, ne faydası var ölmeye yakın bebek isteğinin?

Demek ki ölmesinden de fayda sağlanabilecek bir durum var. İddianamede böyle bir araştırma sonucu var mı bilmiyorum, ama şimdiye kadar bununla ilgili her detay veriliyor olmasına rağmen bu konuyla ilgili hiçbir şeye değinilmediğini görüyoruz.

İddianame ve delillerden alıntılandığı bilinen tapelerdeki ifade ve konuşmalar, bebeğin yaşadığı her gün için devletten günlük 8 bin TL almak amaçlı birilerinin konuşması değil.

Ben en başından beri ağır stress ve işkence altındaki, ölmeye yakın bebeklerin ve çocukların kanında oluştuğu bilinen bazı maddelerin ( Adrenochrome ) peşinde olmuş olabileceklerini, ölümünden elde edecekleri kazançların yaşamasından elde ettikleri kazançtan çok daha fazla olabileceğini düşünüyorum.

47 kişilik (görünen şeması ile) bir örgütün eylemlerinin bebekleri yoğun bakıma alıp yaşatmakla günlük para kazanmaya yönelik olmadığı her haliyle belli. Umarım dava sürecinde bu hususları araştırmaya, derinleştirmeye önem verilir.

Bu ağır risklere bu kadar geniş ve organize bir kadro ile günde devletten bebek başına alınacak 8 bin TL için girileceğine ikna olduk mu peki?

Ben olmadım, ya siz?

Kaldı ki o 8 bin TL’lik rakamın önemli bir kısmı da ilgili hastanelerin alması gereken miktarlardır.

Birileri için sakıncası yoksa süreç her yönüyle araştırılmalı ve çok şeffaf bir şekilde paylaşılmalıdır. 

Yenidoğan Çetesi Elebaşları :

– Terör suçundan 5 yıl cezaevinde sadece yatmamış terör konusunda hakkında kesinleşmiş hapis cezasını yatmış ve yenidoğan ünitesi yoğun bakım yetkili hekiminin Dr.Fırat Sarı’nın da  içinde bulunduğu bu bebek katili terörist çeteye hangi siyasi görüşte olursa olsun, insanlık suçunu işleyen bütün katillerin hepsi en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

Bunlar:

-AKP’li Mustafa Kemal Zengin

-Beylikdüzü Belediyesi meclis üyesi CHP’li Ahmet Atilla Yılmaz

-MHP’li Murat Mantuş

Siyaseten bir araya gelmeleri imkansız…

Ancak konu para olunca birbirlerini bulmuşlar.

Ne demişler; “Hoca hocayı tekkede, hacı hacıyı Mekke’de, it iti dakkada bulur” diye.

*

Nereden nereye!?

Hansel ve Gretel’in karanlık yüzünün hikayeleri Kraliyet Ormanı’ndaki bu Av Partilerine dayanmaktadır.

Bilindiği gibi Grimm kardeşlerin yazdığı bir çok hikayede kanibalistik ve satanıik öğeler bulunur.

20. yüzyılda Grimm masallarını inceleyen Sigmund Freud ve Erich Fromm gibi psikanalistlere göre “Grimm Masalları ”nda gizli cinsel imalar bulunmaktadır.

Ayrıca bu masallardaki Çocuk istismarının ve sapkınlığın aldığı boyutun bize de sıçramış vaziyette olduğu ortadadır bence.

Daha da kan dondurucu olanı, “Grimm Masalları ”ndaki şiddetin çoğunun çocuklara yönelik olmasıdır.

Örneğin, Pamuk Prenses, avcı tarafından karaciğerini ve ciğerlerini geri getirmesi emriyle ormana götürüldüğünde henüz 7 yaşındadır.
“Ardıç Ağacı “nda bir kadın, elma almak için eğilen üvey oğlunun başını keser. Daha sonra cesedi doğrar, güveçte pişirir ve yemekten çok hoşlanan kocasına servis eder, o da ikinci kez ister.
Pamuk Prenses günün sonunda kazanır, tıpkı “Ardıç Ağacı ”nda hayata döndürülen çocuk gibi.

Ancak Grimms’in kitaplarındaki her çocuk bu kadar şanslı değildir. “Frau Trude “deki baş karakter, söz dinlemeyen bir kızı odun yığınına çevirir ve ateşe atar.

“İnatçı Çocuk “ta ise Tanrı’nın hastalanmasına izin verdiği bir genç ölür.

*

Dönelim şu “AV” hikayesine.
Tıpki bir bebek gibi savunmasız Av, kurbanların çıplak ve sadece ayakkabılarıyla serbest bırakılması, askeri köpekler tarafından takip edilmesi, bazılarının öldürülmesi, tecavüze uğraması, canlı canlı yenmesi, başkalarını öldürmeye zorlanması, yamyamlık ve kan ritüelleri ile başlar.

Prag’daki Houska Kalesi’nin “cehenneme açılan bir kapı” olduğu söylenir.

Kalenin duvarları Aziz Christopher, İsa Mesih’in çarmıha gerilişi ve bir köylüyü avlayan yarı hayvan yarı insan bir melezi tasvir eden çok sayıda fresk resimle süslenmiştir.

Bu korku tacirliği anlamına mı geliyor.
Kesinlikle değil.
Lütfen bu konuyu bu şekilde ele almayın.
Bu, “Komplo” Buzdağının en tepesinin ucudur sadece.

AMA…

İşin bir de çok farklı bir boyutu var.

Her nerede yaşıyorsak yaşayalım, “Bizi yönetenler biliyor ki, düşüncelerimizle gerçekliği yaratırız. Onlar kuantum fiziğinin nasıl çalıştığını gayet iyi bilmekte. Bu nedenle “insan çiftçilerimizin”, yani sinemanın bize fragmanlarda ve sinemalarda gösterdikleri şeyleri hayatlarımıza çekiyor ve onları gerçekleştiriyor oluyoruz.

Hollywood’da eski Hollywood değil ki artık. Yerini çok daha derin bir ağ ele almış vaziyette, o da NETFLİX.

Bıraktıkları izlerden” yani fotoğraf, afiş ve görseller bilinçaltımızı içine çekiyor ve bizler onu gerçekleştiriyoruz. Her zaman korkunç olan, vahşet, gaddarlık vs daha çok reyting alır ve fark etmeden o görselde hangi konu işleniyorsa

REEL OLUYOR.

Filmler kullanıyor, projeksiyonlar bize yansıtılıyor çünkü biz gerçekliğin nihai projektörleriyiz.
Bize ihtiyaçları var.

Karanlık şeytani dünyalarını yaratmak için beyinleri yıkamakla kalmıyorlar, Beyin frekanslarımızı ve tüm titreşimimizi eğirip büküyorlar.

Sen bir sihir yaratıcısı olarak artık Sihrini ödünç vermeyi bırak!

Onların karanlığına hizmet etmeyi de bırak!

Çünkü hem AV hemde AVCI rolüne bürünüyorsun…
istesende istemesen de.

*
Yuvarlanan taş yosun tutmazmış.
Şu anda gördüklerimiz ve duyduklarımız asıl büyük resmin çok küçük bir kısmı. Ben daha çok çok ötesini, hatta Grimm masallarını aratmayacak çirkinlikte olayları önümüzdeki zamanlarda duyacağımıza inanıyorum.

Hatırlayalım:

Büyük oyun adım adım gerçekleşiyor diye bir manşet atılmıştı.
Aytunç Altındal’ın da aylar önce uyardığı oyun tezgahlanmaya başladı. Papa Benediktus Türkiye ziyaretinde Ayasofya camiinde dua etmek istiyormuş.

Altındal, “eğer Papa Ayasofya’da dua ederse, Ayasofya kutsanmış olur” diyor. Yani Papa’nın masum gibi görünen bu ricası gerçekleşirse, Ayasofya’nın kiliseleştirilmesi yolunda önemli bir adım atılacak. Bizden söylemesi…

Vatikan ve Papa’nın Gizli Türkiye Senaryosu adlı önemli eseri zamanında 

Aytunç Altındal, Dr. Tahir Tamer Kumkale birlikte yazmışlardır.

Papa’nın Türkiye ziyaretinin perde arkasında yatan gizli olaylar nelerdir?

Papa İslam Dini ve Hz. Muhammed’le ilgili sözleriyle yeni bir haçlı seferi mi başlatıyor?

Dinler arası diyalogla ne yapılmak isteniyor?

Türkiye üzerinde sürdürülen psikolojik harekatın perde arkasında yatan gerçekler nelerdir?

Katolik ve Ortadoks birlikteliği gerçekleşiyor mu?

Papa Ayasofya ziyareti ile ne elde etmek istiyor?

Gibi konuları ele almış çok önemli belgelerle işlenmiş bir eserdir.

Şimdi buna niçin değindim?

Çünkü bu bahsettiğimiz bebek ve kan ritüelleri Hıristiyanlığa ait unsurlardır.
Yavaş yavaş bu ritüellerle Türkiye toprakları bağlanıyor diye düşünüyorum.

Duymuşsunuzdur, hastanelerde erkek bebeklerin testisleri sıkılarak çürütülüyor ve entübasyon uygulanan bebekler göz göre göre boğuluyorlar.
Belki bizim hıyarlar bunu para için yapıyorlardır ancak ben bu ritüellerin arkasında yine derin Vatikan’ın olduğunu düşünüyorum.

Yazı ve Araştırma bana aittir

A.Emine Altındal

 

Bir yanıt yazın