TAROT KAERTLARININGİZEMLİ TARİHİ

Tarot’un sisler içindeki doğuşu, 15. yüzyılın tozlu İtalyan saraylarında, Milano, Ferrara ve Floransa gibi kentlerin görkemli salonlarında yankılanan bir kahkaha ile başlar.

O dönem, “Tarocchi” adıyla anılan bu kart destesi, soyluların eğlencesiydi; basit bir oyun aracı, kılıçlar, kupa, asa ve pentakl sembolleriyle dolu bir iskambil destesi gibi, strateji ve şansın dans ettiği bir arena.

Visconti-Sforza ailesine ithaf edilen ilk bilinen deste, 1440’larda el yazmasıyla boyanmış, trionfi ve zaferler olarak adlandırılan 22 trump kartıyla zenginleştirilmişti.

Bu kartlar, o çağın alegorik resim sanatını yansıtırdı: İmparator, İmparatoriçe, Papaz gibi figürler, feodal hiyerarşinin ve Rönesans hümanizminin yansımalarıydı.

Kim bilebilirdi ki, bu masum oyun, yüzyıllar sonra ruhun en karanlık koridorlarında yol gösteren bir fener haline gelecekti? 

 Antoine Court de Gébelin gibi vizyonerler, kartları antik Mısır’ın gizli bilgeliğiyle, Hermes Trismegistus’un ezoterik metinleriyle bağdaştırdı – ki bu, tarihçilerin bugün “romantik bir kurgu” olarak nitelediği bir iddia olsa da, ruhu ateşleyen bir mit yarattı.

Jean-Baptiste Alliette (Etteilla), 1789’da ilk okült desteyi tasarlayarak, kartları kehanet ve kartomansi için uyarladı.

Bu dönüşüm, Tarot’u bir oyundan öteye taşıdı; o artık, evrenin arketiplerini yansıtan bir ayna, kolektif bilinçaltının kapısıydı.

19. yüzyılda, Eliphas Lévi ve Hermetik Altın Şafak Tarikatı gibi figürler, onu Kabala’nın mistik ağacına bağladı.

Kabala, Yahudi mistisizminin sonsuz bir labirentiydi: 22 İbranice harf, Hayat Ağacı’ndaki (Etz Chaim) 22 yol ile titreşirdi. Lévi, Büyük Arkana’nın 22 kartını bu harflere eşleştirdi – Fool’un Aleph’i gibi, sonsuz potansiyeli simgeleyen bir nefes; Magician’ın Beth’i gibi, iradenin kozmik aracısı. Bu bağlantı, tarihsel bir gerçeklikten ziyade, 19. yüzyıl okült revizyonizminin meyvesiydi; zira Tarot’un Kabala ile doğrudan bir bağı yoktu, ama bu sentez, ruhun yükselişini simgeleyen bir köprü kurdu. Kartlar, artık sadece kehanet aracı değil, meditasyonun kapısı, ruhun Sephirot’lardan akışkan bir yolculuğuydu – Malkuth’tan Kether’e, maddeden ruha doğru bir tırmanış. 

Büyük Arkana, bu ezoterik tapınağın kalbi: 22 kart, ruhun kozmik yolculuğunu resmeden bir mandala.

Her biri, Jung’un arketiplerine benzer şekilde, kolektif ruhun evrensel motiflerini taşır ve The Fool’un masum sıçrayışı ile başlayan, The World’ün tamamladığı bir döngü.

Bu kartlar, sembollerle dokunmuş bir halı: Ay’ın gizemli yansımaları, Güneş’in aydınlatıcı zaferi, Kule’nin ani yıkımı. Onlar, sadece imgeler değil; titreşimler, evrenin frekanslarını yakalayan kristaller.

Rider-Waite-Smith destesinde, Pamela Colman Smith’in fırça darbeleriyle canlanan bu figürler, Kabala’nın yollarını aydınlatır: The High Priestess, Gimel harfiyle ay düğümünün bekçisi; The Lovers, Zayin’le ikiliğin kutsal birliğinin simgesi. ❤️‍🔥

Bu 22 kapı, ruhun inisiyasyonunu temsil eder veb her açılış, bir perdeyi kaldırır, bir yanılsamayı eritir.

Düşünün: Bu kartlar, Platon’un mağara alegorisine benzer şekilde, gölgelerden ışığa bir geçiş; Hermetik felsefenin “Yukarıdaki Aşağıdaki gibidir” ilkesini somutlaştırır.

Onlar, kaderi kehanet etmez; aksine, özgür iradeyi uyandırır, ruhu kendi yolunu seçmeye zorlar. Ezoterik gelenekte, Büyük Arkana bir “Fool’s Journey”dir – aptalın macerası, ölümden doğuma, kaostan düzene uzanan bir odysseia. 

Fool, yani tasavvufta ABDAL, APTAL ile karıştırılır, ilki değişen, ikincisi değişmeyen anlamına gelir

Ve işte, bu yolculuğun en ürpertici, en dönüştürücü durağı: Ölüm kartı, XIII numaralı arkana, Kabala’da Nun harfiyle eşleşen, balığın sembolüyle suyun derinliklerinden yükselen bir sır.

Rider-Waite tasvirinde, siyah zırhlı bir iskelet, beyaz bir atın sırtında yükselir; elinde, beyaz güllerle süslü siyah bayrak dalgalanır ve ölümün kucağında filizlenen yaşamın ironisi.

Güneş, iki kule arasında batarken, ufukta yeni bir şafak müjdeler; nehirde yüzen lotuslar, ruhun akışkanlığını fısıldar. Bu kart, literal bir son değil; alşiminin nigredo aşaması, karanlıkta erime, prima materia’nın çürümesiyle yeni bir elementin doğuşu. Ezoterik okuma, onu “büyük değişim” olarak yorumlar: Eski benliğin ölümü, ego’nun parçalanması, zincirlerin kırılması. Düşünün, sevgili yolcu: Hayatın her anı bir ölüm taşır ve bir ilişkinin sonu, bir inancın terk edilişi, bir kimliğin dökülüşü.

Ölüm kartı, bu acıyı kutsar; zira acı, ruhun ebeveynidir. Filozofik derinliğinde, Herakleitos’un “Panta rhei” – her şey akar – ilkesini yankılar; Budist anicca’nın geçiciliğini, Şamanik ölüm/ yeniden doğuş ritüellerini. Ters konumda bile, direnişi uyarır: Değişime karşı koymak, ruhu hapseder; teslimiyet ise, feniksin küllerinden doğuşunu getirir.

Bu kart, bizi sorgular: Ne kadar çok “ben”i gömebiliriz ki, gerçek Ben’lik uyanabilsin? O, evrenin sonsuz döngüsünü hatırlatır nam – ı diger yıldızların tozundan doğup toza dönen, ama her seferinde daha parlak bir forma bürünen kozmik bir dans. 

Tarot, böylece, bir ayna değil; bir kapıdır. 15. yüzyılın oyun tahtasından ezoterik bir kutsal kitaba evrilirken, bize şu gerçeği fısıldar: Kader, yazılmış bir senaryo değil, ruhun kendi eliyle dokuduğu bir dokuma.

Büyük Arkana’nın sembolleri, Kabala’nın dallarında asılı meyveler gibi, tadıldıkça bilinci genişletir. Ölüm’ün bayrağı altında, dönüşümün acısını kucaklayarak, belki de nihai soruyu sorarız: Yaşamın anlamı, ölmek midir ve sonsuz kez, daha derin bir hayata doğmak için?

Bu, Tarot’un ezoterik mirası:

Düşündüren, titreten, uyandıran bir fısıltı, gecenin ortasında yankılanan.

NOT

“Deli olmadan veli olunmaz” deyişi, tasavvuf ve manevi yolların derinliğinde ruhun evrimine dair gizli bir anahtarı saklar; buradaki “deli” ve “veli” kavramları sembolik olup, eski benliğin kabuğunu kırmadan, aklı yeniden doğurmadan aydınlanmanın mümkün olmadığını fısıldar.

Tasavvufta “deli”, nefsin esaretinden kurtulmuş, günlük mantığın dar kalıplarını aşmış, toplumun yargı korkusundan sıyrılmış bir figürü betimler; bu yolcu, gerçeğe doğru atarken dışardan tuhaf kaçan cesur adımlar atar, nefsin tuzaklarını sezer, yanlış paradigmaları parçalar, ego ve yapay kimlikleri dağıtır, teslimiyetle akışa bırakır ve ilahi aklı tadar – bu, çılgınlık değil, sıradan aklın sınırlılığını aşan bir özgürlüktür.

Mevlana’nın ifadesiyle, “Aklına bir dost akıl bul; yalnız akıl, gecenin körlüğünde kaybolur” dercesine, velilik basamaklarında eski aklın veda etmesi elzemdir. Öte yandan “veli”, hakikati soluyan, iç gözü uyanmış, kutsal aşkla ilerleyen,

Yaratıcı’ya yakınlaşmış bir ruhtur; bu mertebeye yükselmek için birey, kişisel hapishaneleri, nefsin örtülerini ve sahte benlikleri yıkmak zorundadır ve bu yıkım dışarıdan deli izlenimi verir, zira ego’nun sonu alışılmış alemi altüst eder.

Manevi dilde deyişin yankısı, “Eski maske düşmeden üst benlik filizlenmez” olur; uyanışın zorunlu fırtınasını resmeder.

Deli ( Abdal ) evresinde birey, inanç temellerinde sarsılır, ego kalıpları erir, duygusal sel taşkınları yaşar, geçmiş rutinlere sığmaz, “Ben nesinim?” yangını parlar ve çevresine garip kaçar ve bu, manevi uyanışın özüdür; “deli” burada iradeyi gevşetmeyi, derin gerçeklerle hesaplaşmayı, enerji katmanlarının dağılmasını simgeler.

Manevi kaynaklarda bu safha, Ruhun Karanlık Gecesi, Ego’nun Vedası, Kimlik Yıkımı veya Uyanış Darbesi olarak anılır.

Araştırma ve yazı bana aittir

A.Emine Altındal

 

Bir yanıt yazın