ATLANTİS VE TAPINAK ŞÖVALYELERİ

Gönderi tarihi

Atlantis’in tapınakçılarla olan bağlantısı günümüzde hala mevcut ve devam ediyor mu?

Muhtemelen Atlantis’in ana direktifi dünya dışı etkilerden esinlenmiştir.

Evet, uzaylılardan bahsediyoruz.

Tapınakçı tarikatının incelediği tarihi kayıtlarda, dünyanın her yerindeki eski metinlerde sadece uçan gemilerden bahsedilmediği, aynı zamanda Mısır tapınaklarında bulunan yıldız kapılarından da bahsedildiğini görüyoruz.

Tapınakçılar, bu ve bunun benzeri keşifleri son bin yıldır arşivlemektedirler.

23 yıl öncesine dayanan bir araştırma var ve bu araştırmaya adli jeolog Scott Walter ilk katıldığında, hayatta beklediğim son şey, bu tapınak araştırması esnasında uzaylıların izlerine rastlamaktı diyor..

Kendisi de açıklanması ve idrak edilmesi zor keşifler yaptıklarını ve çok değerli parşömen ve belgeler bulduklarını söylüyor ve işte kanıtlarıyla tam önümüzde, diye ekliyor.Bu arada, kendisi de aynı zamanda bir Tapınak şövalyesidir.

Bu tapınak belgelerini yıllarca çalıştıktan sonra 1971 de ortadan kaybolan Cremona belgesinin 2022’de birdenbire ortaya çıkan belgeden küçük bir pasajdan alıntı yapmak istiyorum:

Şimdi “Rabbim Savaşlarının Kitabı” adı verilen bu Cremona materyalinden öğrendiğimiz bilgiler var.
( Cremona Belgesi olarak bilinen Onteora Parşömenleri, antik Kudüs kentinden New York dağlarına kadar eserler ve belgeler bulan Tapınak Şövalyeleri’nin öyküsünü anlatıyor ve parşömenlerin keşfedilmeden yüzyıllar önce Amerika’ya nasıl taşındığını ortaya koyuyor. Kudüs duvarlarının altında bulunan bu eserlerin anlamını içeriyor )

Mühür

Efendinin ya da Rab’bin Savaşları Kitabı adlı eser, İncil’de adı geçen ve artık tamamen kaybolmuş olan, birkaç kitaptan biridir.
Genel olarak önemli ve çalışmaya değer olduğu kabul edilen bir dizi eserin veya konunun parçası değildir ancak bu tarz Kanonik olmayan metinler hala çok etkili olabilir.

Şimdi hiç bunu duydunuz mu?
Bildiğim kadarıyla, bu daha önce kamuoyuna açıklanmamıştı.

İncil’de ‘’Sayılar Kitabı’’ndan bahsedildiği yazıyor ancak günümüze ulaşan bir nüshasının varlığı bilinmiyor.

Öyleyse tahmin edelim, bu tapınakçıların elinde en azından bir kısmı bulunuyor.

Bütün pasajı aktarılmamış olsa da, en can alıcı olduğunu düşündüğüm kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Temel olarak, burada Dan oğulları ile diğer savaşan gruplar arasındaki bir açmazla karşı karşıyayız. (Dan, daha sonra İsrail adı verilen, İsraillilerin atası olarak kabul edilir ve Yahudilik, Samiriyecilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi İbrahimi dinlerde önemli bir figürdür.)

Pasajda diyor ki;

“Bataklığın kenarında duruyorlar ve onlara suya yaklaşmamaları söylenir ancak düşmanı suya çekmeleri emredilir.
Yani arka planda, tanrıça bilgeliği bize emir verdi ve itaat ettik, ama biz Edom’a ayak basmadık.

( Edom Eski Ahit döneminde güney İsrail’de, Ölü Deniz’in güneyinden Kızıldeniz’e kadar uzanan kurak topraklara verilen ad.)

Sonra gökten bir bulut indi ve bulutun içinden şu ses yankılandı: “Bunlar efendinin insanları ve ben onların tanrıçasıyım. Ya burayı terk edeceksiniz ya da yok olacaksınız; çünkü ben bugün Dan oğulları için savaşıyorum.”

Edomluların lideri savaş arabalarıyla suyun sığ kısmına doğru yola çıktı. Sonra buluttan büyük bir kuşa benzeyen gümüş bir canavar indi ve kanatlarından suya şimşekler fırlattı. Ve arabaların atları öldü ve arabaların adamlarına felç indi, sulara düşüp boğuldular. Sonra canavarın ağzından büyük bir alev çıktı ve Edomluların ordusu yok oldu. Son çimen yaprağına kadar tükendiler ve toprak kapkara oldu.”

Gelecek zamanlarda Edom kralı burayı ve bugünü hatırlatacak bir anıt inşaa etmek için bir anlaşmaya ya da sözleşmeye varacaktı (covenant).

İlerleyen zamanlarda buraya, yani o gökten inen canavarın kasıp kavurduğu topraklara büyük bir kale inşa etmek için İsrail’le bir anlaşma yaparlar.
Rabbin ya da efendinin savaşları kitabında böyle yazdığı iddia edilir. Yani sadece bu birkaç pasajda bile açıklanması gereken çok şey var.

Az önce okuduklarımdan ne anladınız? “Bunlar efendinin insanları ve ben onların tanrıçasıyım’’ diye bir ses yankılanıyor diyor.
Dişi bir Tanrı var yani. Şimdi yine küçük bir saptama yapmak zorundayım, bu bahsi geçen tanrıça bize bilgelik tanrıçasını yani Sophia’yı hatırlatıyor olsa da bu değerli ve kutsal kitapta bu şekilde yazması oldukça sıra dışı.

Sofiya, Sophie, Teozofi de buradan gelir, Başlangıçta “akıllılık, beceri” anlamını taşısa da yine içi boşaltılmış ve farklı dönemlerde yeniden içi farklı bir manayla doldurulmuş bir kelime. Terimin daha sonraki anlamı, phronesis (“bilgelik, zeka”) anlamına yakındır. “tanrı” ve “bilgi” sözcükleri birleştirilerek türetilmiştir).

Biliyorsunuz, King Solomon’un, yani Kral Süleyman (Yahweh’e taptığı için başının belaya girdiği söyleniyordu, çünkü aynı zamanda Yahveh’nin kadın eşi olan Asherah’a da taptığı biliniyordu.

Erkek ve dişi, tıpkı burada yazdığı gibi. Ama bundan daha önemlisi, burada tam anlamıyla uçan aracın gelip hasar verdiğine dair net bir açıklama var.
Yani UFO! Başka ne olabilir değil mi?

Ve öyle görünüyor ki gelişigüzel gelip ortalığı kasıp kavurmaya başlamamış. Bu işi yapması kendisine emredilmiş veya ondan istenmişti.
Ve bu bir uzaylı ya da uzay aracıydı. Burada gerçekten ilginç olan bir diğer şey de, burasının sonradan büyük bir kalenin inşa edileceği yer olduğundan bahsediyor olması.

Burayı ancak Süleyman’ın tapınağı olarak yorumlayabiliriz, ama iş bununla bitmiyor. Daha fazlası var. Size bu diğer belgelerle ilgili küçük bir bağlam sunmak isterim, bu efendinin savaşlarının kitabından değil.

Bunlar derinlemesine şifrelenmiş diğer mesajlardır.
Şifrenin çözülmesi yine haftalar sürmüş. Bunlar deşifre edilmesi en zor olanlardı ve bence bunun nedeni, bilginin en derin ve şimdiki aklımızla anlaşılması en derin bilgiyi aktara kısımdı.

Ve bu 1898 tarihli.

Rabbin Savaşları kitabı

“Işıkları yeniden gördüm. Kötü bir alamet olabilir. Sağdaki ışık kışlık kulübemin üzerine indi ve işte orada Amon’un sureti duruyordu.”

“Bir adam” yazmıyor (a Man), “Amon” diyor.

Geleneksel olarak a-mun veya a-mon sadece ‘’gizli olan anlamına geliyordu’’
Ve bu şöyle bir şey ki, örneğin, efendinin duası diye bilinen aslında “Ani papirüsünden” geliyordu.

Başladığı yerde, Amun, Amun, cennette olan, senin adınla kutsal kılınan” diye yazıyordu ve gizli olanı temsil ediyordu.
Bu gizli güçtü. Bu evvelden de bahsettiğimiz o kutsal metin, dua veya çalışmalarda kullanılması gereken doğru tınıyı bilmekle ilgili bir şeydi.

Peki 1898’de burada ne oldu?

“Sıradan bir elbise giyiyordu ve orta boyluydu; gözleri açık maviydi.” Ondan yapması istenen şey gidip bir şeyi bulup kurtarmaktı, insanlarla etkileşime girmesi, onlara sorular sorması ve net cevaplar alması gerekiyordu. Bu varlık karşılaştığı kişilere devamlı Kay diye birisinden bahsediyordu. Kay ismini hatırlayalım.. Parşömene ulaşıp onu aldığında, mesajında ​​şunu söyler:

“Efendimizin savaşlarının tomarı insanların dünyasından böyle geçti.”

Bu 1898.

Francis Bacon’un eserlerinden “Yeni Atlantis”ine geri dönüp incelersek, oradada, bir adaya yaşayan ilginç bir toplulukla ilgili toplulukla ilgili bir hikayeyle karşılaşırız.

Kendilerine Süleyman Kardeşliği diye hitap eden ve böyle bilinen bir gruptur bunlar. Adaya hasbelkader düşen denizciler, adada karşılaştıklarının karşısında şaşkına dönüyorlardı. Süleyman Kardeşliği daha önce hiç bilinmeyen, hatta hayali bile kurulamayacak, teknolojileri, ilaçları ve diğer her şeyi geliştiriebiliyorlardı.

Yanlışlıkla adaya düşen insanlar, peki bütün bunları nasıl geliştirdiniz, bu daha evvel görülmemiş bilgi ve teknolojiyi nereden öğrendiniz diye sorduklarında, Onlar da gökyüzünde bir ışık gördüklerini ve ona doğru gemileriyle gitmeye çalışsalar da sanki görünmez bir güç alanı tarafında daha fazla yaklaşmalarını engellenmiş.. Ve sonra bir kitap bize indi. Kitabı geri getirdik ve bütün bu gördüklerinizi yaratmaya başladık demişler.

Araştırılan önemli bir konu ise bu inen kitabın ‘’Rab’ın savaşlarının kitabı” olabilir mi? Tapınakçılara göre Aynı fikirle örtüşüyor gibi görünüyor.

Bu yıl içerisinde, alınan toplam altı mesaj olduğu söyleniyor..
Bu şifrelenmiş mesajları çözmek yine aylar sürmüş, ancak Kay ismi defalarca mesajların bazı bölümlerinde geçiyor.

Mesela bir mesajın sonunda şöyle yazıyor: “Uriel, melek Kay’in hizmetine söz verdi.” Ve üç farklı mesajda bundan bahsediliyor. Yani bu kişi başka dünyaya ait bir varlık demektir bu, öyle değil mi?

Benim Bu “Rab’ın savaşları kitabından” çıkarımlarım, burada açıkça yıllardır tartıştığım bir şey olan tanrının çift cinsiyetli doğasına gönderme yapmaktadır, diyor Scott Walter, benim bu tezim de burada doğrulanmış gibi görünüyor diye de ekliyor.

Bu fikir zinhar kiliseye aykırı olacak bir şeydir.

İkincisi, dünya dışı varlıklardan söz ediliyor olması, kabul edilemez bir bomba etkisi yaratan bir bilgi. Yani kısacası, anlaşılan o ki, 1898’de dünya buna hazır değildi, o yüzden onu geri aldılar. Yani bu bilgilerin yazılı olduğu parşömeni.

Şimdi bu bilgiler yeniden ortaya çıkıyor.

Bu artık bize akmaya başladı. Bunu şu anda ilk kez ufak ufak paylaşılıyor. Anlayana ve algılayabilene tabi.

Bu, dünyanın artık bu gerçeklerin ortaya çıkmasına nihayet hazır olduğu anlamına geliyor. Aslında bu konuyu bir seminer olarak aktarmak istiyorum. O zaman çok daha geniş bir kitleye bu bilgiler aktarılabilir olacak. Bakalım, zaman her şeyi gösterecek bize.
Zaten bu seminerleri ve toplantıları yapmamızın nedeni, insanları bu daha derin tarihe ve aynı zamanda ezelden bu yana deneyimlediğimiz bu dünyanın ötesindeki bir şeyle olan daha derin bağlantımıza uyandırma zamanının gelmiş olmasıdır.
Ve bunun da ötesine geçiyor aslında çünkü bakın, son birkaç yıldır dünya dışı varlıklar hakkında giderek daha fazla tartışma yapılıyor. Ve tabii ki sadece Amerika Birleşik Devletleri değil, elbette dünya çapında bu varlıklar hakkında bilgi sahibi olan başka hükümetler de var.
Ve aslında bana çok daha fazla etkileşim olduğu söylendi.

Adli jeolog Scott Walter diyor ki;  bundan birkaç yıl önce,
Savunma Bakanlığı’ndan biri gelir ve edinilen bilgi ve gelen mesajlar konusunda yardımcı olmamı istedi.
Ben de bu kişiyi araştırıp inceledikten sonra elbette evet dedim, diyor.
Kendisine söylenenlerden biri, yalnızca dünya dışı varlıkların gerçek ve orada olduğu değil, aynı zamanda yüzyıllardır onlarca belki de hatta yüzyıllardır onlarla etkileşimde olduğumuzdur.

Ve şöyle devam ediyor: “Hatta bir ara bana Amerika Birleşik Devletleri’nde nüfusun %2,5’inin onlardan oluştuğundan da bahsetti. “Yani uzaylılardan bahşediyor burada.

Bazıları kendilerinin kim olduklarını farkında, bazıları değilmiş.
Yani bu onların bizim türümüze benzediklerini anlamına geliyor.

Ve bu ne demek? Çevremizde bir ya da daha fazlasının bulunduğu anlamına geliyor olabilir.
Daha önce de altını çizdiğim gibi, yine tekrarlıyorum, bu bilgiler veya konular YENİ’dir. Her yeni gibi kabulü zordur, reddi kolaydır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 400 milyon insan yaşamaktadır ve bu yüzdeye göre diğerlerinden yaklaşık 8 milyon varlık, uzaylı veya başka gezegenden kişinin sadece Amerika’da yaşıyor olması anlamına geliyor.

Şimdi demem şu ki, zamanı geldi.
Zaman şimdi ve şimdi tam zamanı.

Kucaklamamız gereken bu yeni periyotta, yani bu yerçekiminin ağırlık perdesinin incelmesiyle, açılmayacak örtülü ve bilinmeyecek gizli hiçbir şey kalmayacaktır.

Ve bence burada bir araya gelmemizin ve bu gerçekleri ve bu nihai mesajı ortaya koymamızın nedenlerinden biri de budur.

Bu paylaşımların veya yapmak istediğim seminerlerin asıl amacı, okunup veya izlenip bittikten sonra, okur veya dinleyicilerimizi bu YENİ’leri de tekrar gözden geçirip düşünmeye teşvik etmektir.

Şimdi gelen bilgiler tesadüfen gelmiyorlar. Şimdi aktarılma yoğunluğu çok üst düzeyde olsa bile, hala zirvede değil.

İlahi kıvılcım hepimizin içindedir, ve böylece herkes kendi çabalarıyla bu yüksek bilinçliliğe veya farkındalığa ya da ona ne demek isterseniz isteyin, o kaynağa uyum sağlayabilir.

Ama bunun da ötesinde, bu kaynak her birimiz ile bireysel olarak bağlantı kurmakla kalmaz, aynı zamanda ister bu gezegenden insanlar olsun ister diğer gezegenlerden varlıklar olsun, birbirimize bağlanmamızı sağlar, hepsi bir bütündür.

Bu bilinç ağının bir parçasıdır.

Tapınakçı düzeninin yeni misyonu şimdi insanlığı bu galaktik topluluğa girmeye hazırlamak olduğu belirtiliyor.

Artık tabiri caizse büyüdüğümüz ve teknolojimizin maneviyatımızla dengelendiği bir noktadayız.
Uzaya doğru sorumlu bir şekilde ilerleyebilmemiz için bu mükemmel karışımı bulmamız gerekiyor. Tarihsel olarak bakarsak, Tapınakçı tarikatı her zaman bilinci yükseltmeye çalışıyor ve bu eşitlik kutlanıyordu.

Onların arşivlerinden faydalanmak artık daha mümkün kılınır hale gelmeye başladı.
Antre parantez, onlar yani Tapınakçılar, kadın rahipliğin de olduğu gnostik geleneklere bağlıydılar. Sophia’nın ve onun birçok tanrıça versiyonunun kutlanması, ayinleri ve törenleri, en alt düzeydeki köylüden en yüksek krala kadar tüm farklı kökenlerden gelen insanların katıldığı bir kutlamalar vardı ve tüm farklı kültürler bizi daha büyük kaderimize girmek için bir araya getirme amacını özellikle destekliyordu.
Burada, o içsel kaynakla temasa geçmenin kalbine ulaşmanın biraz tarihçesini biraz da yeni bilgilerle harmanlayarak bizi birbirimize ve tüm evrene bağlayabilecek olan konulara değindik. Düzeni korumamızı sağlayan şey bu olacaktır.

Yeni Atlantis’i kuruyoruz, Atlantis ideolojisinden bahsediyorum.
Onu korumak artık bizim görevimiz. Kaderimiz, bu dünyanın ötesinde daha büyük bir kaderin olduğunu idrak etmemizdir bu yeni gireceğimiz yeni Enigmatik Çağ’da.

Dışarıda bizi bekleyen koskoca bir galaktik topluluk var, ama oraya gitmemize izin verilmeden önce burada birbirimizle iyi geçinebileceğimizi kanıtlamak için çabalamamız gerekiyor.

Tapınakçılar, çok yakın gelecekte bu arkları ve içinde bulunanları mahzenlerden çıkarıp belli bir zümrenin bu değerli bilgi hazinesinden faydalanmalarını sağlayacaklarını açıkladılar, ama bu o %1’li elit tabaka değil, doğru zihinsel çerçevede, bunları kullanmak için doğru motivasyonda olmanlardır diyorlar.

Amerika Savunma Bakanlığından gelen bir başka bilgi ise, herkesi yakalamak zorunda olmadığımızdır.

Yani %100 katılım gerektirmez çünkü bunu asla elde edemeyeceğiz. Ama dediğine göre, eğer nüfusun %6’sını alabilirsek, sadece %6’sı bunu yapmak için yeterli olacaktır.

Yine ilk yarıdaki hayal etme gücüne değinmek istiyorum burada, İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar denir ya bir çok felsefede ve derler ki;

Bil ki senin kendin de bir hayâlsin; idrâk ettiğin her bir şey ve “bu ben değilim” dediğin her bir nesne de bir hayâldir.
Şu hâlde bütün varlık âlemi de hayâl içinde hayâldir.

Burada şunu demek istiyorum, şu anda hayal edemediğimiz ve insan aklımızın alamayacağı kadar değişik olaylara tanıklık etme zamanına gireceğiz ve bunun için önceden aktarılan bunun gibi bilgilere eğer nail olursak, bu süreci daha hafif bir şekilde atlatacağız.

Buna direnirsek, ve eğer bunu yine beceremezsek, ne olacağını ben de bilmiyorum açıkcası. Ama bunu yapabileceğimizi biliyorum.

Bence bunun için çalışıp çabalamamız gerekiyor. Ve bence sonuçta burası, bu dünya hem  bizim cennetimiz hem cehennemimiz. Burayı kendimiz ve üzerinde yaşam hakkı olan bütün varlıklar için yaşanılır kılmamız, burasını bir cennet bahçesine çevirmemiz gerekiyor..

Aynı şekilde, bedenimiz bizim Tapınağımız ve o tapınağa ne kadar özenle baktığımız çok önemlidir. Sevdiğimiz şeyleri mümkün olduğu kadar uzun ve sağlıklı bir şekilde yapmamız, sevdiklerimizle uzun ve dengeli, sevgi dolu yaşamamız da buna bağlıdır. Kendinize ve cennet bahçemize yarın değil şimdi hemen bakmaya, onu yeniden inşaa etmeye başlamalıyız.

Yani bu bahçeye bakma sorumluluğu bize verilmiştir kısacası.
Bu benim hayalim, bu benim tutkum. Sanırım buradaki tüm okurlarım için de bu geçerli olacaktır bu.

Ama ne yazık ki oraya ulaşamazsak her şey mahvolur. Eğer bu fırsatı yakalayamazsak vah halimize…Başarısız olup, Atlantis’in bir sonraki yeniden yükselişini yeni nesile bırakmak istemiyorsak, bu sefer bir şeyleri  düzeltmemiz gerekiyor artık..

Birbirimizin ve burada bulunan diğer varlıkların kutsallığını tanımak için bu galaktik topluluğa girip, insanlığın artık orada bulunan bu daha büyük topluluğun masasında yerini almasını istiyor bu yeni sistem.

Bizim, yani bilinci ve farkındalığı üzerinde sıkı çalışmalar yaparak yükseltenlerin, sorumluluğudur artık insanlığı o yere götürmek. Atlantis’in hikayesinden öğrendiğimiz bir şey varsa, o da burada büyük bir uygarlığın olduğu ve tüm teknolojisine ve diğer her şeye rağmen yine de çöktüğüdür.

Ve muhtemelen daha önce bulunduğumuz noktaya geri dönmemiz 12.000 yıldan fazla zaman aldı.
Geleceğe ilerleyebilmek için geçmişten ders almayı öğrendik mi?

Bu yapacağımız önemli bir iş ve hepimizin bunu yapması gerekiyor; bunu izleyen herkesin, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye yardımcı olmak için ellerinden geleni yapma görevini üstlenmeleri gerekiyor.

Ve bunun bir kısmı da, ulaşmak için mutlaka bir insan kanalına ihtiyacınız olmayan o ruhsal aydınlanmaya, Tanrı ile olan o bağlantıya ulaşmaya çalışmaktır. O fevkaladelik zaten içimizdedir ve ona uyanmamız gerekiyor. Ve yine Sophia’nın sadece bilgeliğine değil, hata yapma özgürlüğünü ve aynı zamanda daha yüksek bilince ulaşması için bu hatalardan ders alma özgürlüğünü de temsil ettiğini de unutmayalım.

Özetlemek gerekirse, Yeni Enigmatik Çağ’da artık Yeni Atlantis’i kuruyoruz, Atlantis ideolojisinden bahsediyorum unutmayın.Onu korumak artık bizim görevimiz. Kaderimiz, bu dünyanın ötesinde daha büyük bir kaderin olduğunu idrak etmemizdir. Bildiğimizi sandığımız her şeyi unutacak kadar açık olmazsak, yeni bir şey öğrenemeyiz. Onun için bu değişim süreci bu kadar önemli.

Onun için bu büyük sıfırlama.

Faydalandığım kaynaklar: https://www.loc.gov/resource/gdcmassbookdig.sirwalterscottsi00scot/?st=gallery

Faydalandığım kitapların bazılarını da paylaştım yukarıda.

Araştırma , çeviri ve yazı bana aittir

A.Emine Altındal

 

Bir yanıt yazın