DÜNYANIN NASIL İŞLEDİĞİNE DAİR İKİ RADİKAL FARKLI BAKIŞ AÇISI

Tahakküm ve baskıya karşı sıkı çalışma ve kişisel sorumluluk
( Tahakküm * baskı ve zorbalık )

Bir lokantada karşılıklı oturan iki kişinin siyaset hakkında tartıştığını düşünün.

A kişisi B kişisine şunları söylüyor:

“Burada gerçekten neler olduğunu bilmek ister misin?
Sana bu işlerin nasıl yürüdüğünü anlatacağım.
Bak şimdi olay şu, hayat tamamen…”

B Kişisi, A Kişisinin söyleyeceklerini dikkatle dinler.

 


A Kişisi açıklamasını bitirdiğinde, B Kişisi şu şekilde yanıt verir:

 

“Hayır, hayır, çok yanlış anladın! Sen her şeyi yanlış anladın! Şimdi sıkı dur, Sana dünyanın gerçekte nasıl işlediğini anlatayım. Yani şimdi…


Hani deriz ya, bir oturuşta dünyayı kurtardık diye. Ondan…

İkili sonraki bir saati birbirleriyle hararetli bir şekilde tartışarak geçirir ve her biri diğerinin kendi dünya görüşü hakkında yanıldığına ikna olur.

Çok nadiren bu tartışma veya diyalog bir tarafın diğerinin bakış açısına ılımlanmasıyla veya ikna olmasıyla sonuçlanır, bilirsiniz.

Sonunda tartışmanın seyri değişir: akıl yürütme döngüsel hale gelir ve yeni fikirler ortaya çıkmaz.

İki kişi o gece için yollarını ayırır ve kendi bildikleri hayatlarına devam ederler.

Bu makalemde, kurgusal karakterlerimizin her birinin dünya görüşlerinin temellerini sizin için bir araya getirip toparlamaya çalışacağım.

Bunları okurken kendinize şu iki hayat görüşünden hangisinin doğru olduğuna inandığınızı sorun, ya da daha doğrusu, yani gerçeği daha iyi yansıtan mutlu, sağlıklı ve tatmin edici bir yaşama yol açma olasılığı daha yüksek olanın hangisi olduğunu.

Bu alıştırmayı bir tür düşünce deneyi olarak düşünebilirsiniz.

Amacım sadece bu fikirleri sunmak ve bunların sizin ve başkalarının hayatları üzerindeki potansiyel etkilerini düşünmeye teşvik etmektir.

NOT: BELİRLİ BiR DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ DESTEKLEMEK VEYA HERHANGi BİR NORMATIF YARGIYI iFADE ETMEK GiBi BiR AMACIM YOKTUR.

:

DÜNYA GÖRÜŞÜ 1

Hayat Güç, Tahakküm ve Baskıdan İbarettirHayatta olan hemen her şey, nihayetinde bazı grupların diğerlerinden daha fazla güce sahip olduğu hiyerarşik olarak örgütlenmiş bir toplumda yaşadığımız gerçeğine dayandırılabilir.

Hiçbirimiz eşit bir oyun alanında var olmuyoruz.

Egemen olanlar – orantısız miktarda siyasi, ekonomik, sosyal ve sembolik sermayeye sahip olanlar – hükmedilenleri yönetir ve onlara boyun eğdirir.

İktidar konumundaki insanların statükoyu korumaya ve baskı yapılarını değiştirme çabalarına karşı koymaya yönelik doğal bir çıkarları vardır.

Öyle ya da böyle, yine de hayat bir oyundan başka bir şey değildir.

Farkında olsunlar ya da olmasınlar, her ‘oyuncu’ bir sonraki ‘seviyeye’ yükselmek için – ya da en azından mevcut konumlarının ellerinden alınmasını önlemek için – ellerinden geleni yaparlar.

Hayatta başarı, kişinin mümkün olduğunca çok kaynak – sosyal bağlantılar, akademik referanslar, mesleki nitelikler, para, beceriler, fiziksel yetenekler – biriktirme yeteneğinin bir ürünüdür.

Hayat sıfır toplamlı bir oyundur: borsada oynar gibi, bir kişinin kazancı her zaman bir başkasının kaybıdır.

İktidara bağlı güçlü şirketler, politikacılar, hukuk ve kanun yapıcılar üzerinde muazzam bir etkiye sahip olup, politikacı ve kanun yapıcıları kendi çıkarlarına zarar verdiğini düşündükleri politikalara ve kanunlara doğru yönlendirirler. Bunlara en net bugünlerde şahit oluyoruz.

Çoğu zaman, özverili ve başkalarının iyiliği için yapılmış gibi görünen eylemler, açgözlülük ve kişinin hayattaki kendi konumunu iyileştirmeye yönelik bencil arzular tarafından motive edilir!

Siyasi, ekonomik veya sosyal gücü çok az olan veya hiç olmayanların kaçınılmaz olarak ayrımcılık, ötekileştirme ve yapısal şiddete maruz kalacağı şekilde işleyen çok çeşitli baskıcı yapılar mevcuttur.

İdeoloji topluma nüfuz eder.

İdeoloji, egemenlerin sıradan vatandaşların kafasını karıştırmak ve güçlülerin suçlarını gözlerden uzak tutmak için kullandığı bir araçtır.

İş dünyası, hükümetler, uluslararası kuruluşlar, siyasi partiler ve meslek örgütleri, masum insanlara zarar vermelerini önlemek için kapsamlı bir şekilde düzenlenmeli ve yakından izlenmelidir.

Kapitalizm doğası gereği yıkıcıdır: sonsuz büyüme arayışı çevrenin tahrip olmasına, dünya kaynaklarının tükenmesine ve zengin ile fakir arasındaki uçurumun genişlemesine yol açar.

Pek çok durumda -ama kesinlikle hepsinde değil- insanlar kültürel, ekonomik, etnik ve/veya siyasi olarak kendilerine benzeyen kişilerle, kendilerinden farklı davranan, görünen ve/veya düşünen yabancılara kıyasla daha fazla ortak noktayı paylaşırlar.

Bu sistem içinde gerçek bir değişim mümkündür ancak bunu başarmak son derece zordur.

Ancak benzer şekilde ezilen insan kitleleri, boyun eğdirilmelerine aktif olarak direnmek için bir araya geldiklerinde ( protesto, boykot vs ), Baskıcıcı sistemin tahakküm yapıları nihayet yerini daha eşit sosyal örgütlenme biçimlerine bırakır.

Benzer ötekileştirme deneyimlerine sahip olanlar, gücün ve zenginliğin yeniden dağılımını kolaylaştırmak ve böylece daha adil bir sosyal düzen getirmeye yardımcı olmak için birlikte çalışmalıdır.

Genel olarak hayat, ‘sahip olanlar’ ile ‘olmayanlar’ arasındaki bir mücadeledir.
Bilenler ve bilmeyenler eşit değildir.

Dünya Görüşü 2:

Hayat Sıkı Çalışma, Kişisel Sorumluluk, Etkili Karar Alma ve İşbirliğinden İbarettir

Hayatta başımıza gelen hemen her şey, sonuçta her birimizin hayatımızın iyi ya da kötü gidişatından kişisel olarak sorumlu olduğu gerçeğine dayanır.

Yaşamdaki başarı – ekonomik başarı, başkalarıyla anlamlı ilişkiler, zihinsel ve psikolojik esenlik, ruhsal tatmin – adanmışlık, çaba, sıkı çalışma ve başkalarıyla işbirliğinin
bir ürünüdür.

İnsanlar hoşlanmadıkları ve kaçmak istedikleri koşulları değiştirme gücüne sahiptir.

Durum ne kadar vahim olursa olsun, bir birey her zaman bir sonraki adımda ne yapacağını seçme yeteneğine sahiptir.

İnsanlar çoğu zaman, içinde bulundukları çeşitli koşulları tam olarak anlamadan karar verirler, ancak seçme özgürlüğü aynı şekilde devam eder.

Genel olarak, insanlar çok çalıştıkları ve bu yolda gerekli fedakarlıkları yaptıkları için hayatta ‘ilerlerler’.

Kısa vadeli zevkler yerine uzun vadeli başarı arayışına öncelik verme becerisi, başarılıyı başarısızdan ayırır.

Tüm insanlar – şu anda kendilerini yoksulluk, marjinalleşme ve sosyal dışlanma koşullarında bulanlar bile – hayattaki konumlarını iyileştirme ve çevrelerindekilerin başarılı olmasına yardımcı olma kapasitesine sahiptir.

Hayatla ilgili temel bir gerçek şudur:
Başımıza gelen olaylara nasıl tepki verdiğimiz, bu olayların kendisi kadar, hatta ondan daha önemlidir.

Kendimizi tehlikeli, tehdit edici veya başka türlü istenmeyen durumlardan korumak her zaman mümkün değildir, ancak yapabileceğimiz şey, bu tür durumların anlamını nasıl anlayacağımızı ve sonuçlarına nasıl tepki vereceğimizi seçmektir.

Çoğu durumda, iktidar konumundaki insanlar – iş liderleri, girişimciler, hakimler, kanun yapıcılar, polis memurları, politikacılar, devlet temsilcileri – maruz kaldıkları kısıtlamalar ve baskılar karşısında ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan dürüst insanlardır.

Rüşvetçi memurlar, karanlık iş adamları, ayrımcı kolluk kuvvetleri, hilekar politikacılar ve onlar gibi diğerleri ‘çürük elmalardır’ – norm değil.

Hukuk, baskın olanın çıkarlarını korumak için değil, herkes için eşitliği sağlamak için vardır.

Hukukun Üstünlüğü, sahip oldukları gücün miktarına veya türüne bakılmaksızın tüm vatandaşlara adil ve tarafsız davranılmasını gerektirir, ancak bu gittikçe daha nadiren gerçekleşmektedir.

Herkes eşittir, ama bazıları ise daha eşittir. ( Anlayan anlamıştır )


Tarih, gerçek değişimin sadece mümkün değil, aynı zamanda insan yaşamının hala çok nadir de olsa düzenli bir özelliği olduğunu kanıtlamaktadır.

Sivil Haklar Hareketi, Eşcinsel Hakları Hareketi ve Çevre Hareketi’nden Kadın Hakları Hareketi, dünya çapında #MeToo Hareketi ve Transseksüel Hakları Hareketi’ne kadar, ‘halkın’ toplumu daha iyiye doğru değiştirme gücüne sahip olduğu kimilerine göre açıktır, kimilerine göre bu konuları tartışmaya değer göremeyecek kadar kapalıdır..

Mevcut iktidar yapıları ne kalıcı ne de geçirimsizdir: İnsanlar birleştikçe, toplum zaman içinde daha eşit ve daha az baskıcı hale gelebilir.

Dahası, hayat sıfır toplamlı bir oyun değildir; rekabet, dünyanın nasıl işlediğini anlamak için yanlış bir referans çerçevesidir.

Bireylerin, grupların, kuruluşların ve hatta tüm ülkelerin karşılıklı fayda sağlayacak şekilde birbirlerine yardımcı olmak için birlikte çalıştıkları pek çok örnek vardır.

Kendilerini başkalarına yardım etmeye adayan insanlar bunun sonuçlarına katlanmak yerine genellikle kendi yaşamlarında daha fazla başarı (ve tatmin) elde ederler.

Gruplar birlikte çalıştıklarında gelişirler – bölmeye ve fethetmeye çalıştıklarında değil.

İnsanlar arasındaki yüzeysel farklılıklar, nihayetinde insan türünün üyelerinin ortak olarak sahip olduğu özellikler, arzular ve deneyimlerden çok daha az önemli ve anlamlıdır.

Peki Siz Dünyayı Nasıl Görüyorsunuz?

Bu iki dünya görüşünden hangisini – ya da hangi unsurlarını – daha doğru, ilgi çekici, yararlı, bilgilendirici, ilham verici ya da güçlü bulduğunuzu kendinize sorun.

Bu iki perspektiften hangisi size daha çekici geliyor? Neden?

Hangisinin mutlu ve tatmin edici bir yaşam sağlama olasılığının daha yüksek olduğuna inanıyorsunuz?

Hangisi sizi başkalarına yardım etmeye ve bu dünyada iyilik yapmaya teşvik etmek için daha uygun?

Dünya görüşlerinden biri diğerine göre gerçekliği daha mı çok yansıtıyor?

Biri olumlu bir değişim yaratmak için neye ihtiyaç duyulduğuna dair daha fazla içgörü sağlıyor mu? Eğer öyleyse, ne tür bir olumlu değişim? Kişisel değişim mi, toplumsal değişim mi yoksa her ikisi birden mi?

Bu bakış açılarının her ikisi de size kusurlu, eksik veya başka bir şekilde sorunlu geliyor mu? Eğer öyleyse, dünyanın nasıl işlediğine ve yaşamın amacına ilişkin özel bakış açınız nedir?

Her birimizin hayatında bu türden zor sorularla yüzleşmemiz ve dünyayı nasıl gördüğümüzü ve ona nasıl katıldığımızı yapılandırmak için hangi büyük anlatıyı kullanacağımıza karar vermemiz gereken bir nokta gelir.

Temel siyasi, ekonomik ve kültürel yapılarımız ve insan doğasının özü hakkında kendimize anlattığımız veya kendimizi kandırdığımız hikayeler, başkalarıyla ve aslında gezegenimizle olan ilişkilerimizi derinden etkiler.

Bazı görececi filozofların ısrar ettiği gibi, algı her şey ise, dünyaya baktış açınızı ve kendinize işlerin gerçekten nasıl yürüdüğünü sorduğunuzda tatmin olduğunuz cevap şu anda yaşadığınız ekonomik, bireysel veya toplumsal konumunuzun ifadesidir.

Konuyla ilgili düşüncelerinizi bu makalenin altına veya İnstagram sayfama paylaşabilirsiniz.

Araştırma ve yazı bana aittir.

A.Emine Altındal

Bir yanıt yazın